Yalnız ağaçlara karşı özel bir ilgim var son zamanlarda. Dünyanın en yalnız ağacı Tenere’nin çok hüzünlü hikâyesini anlatacağım size şimdi. Tenere Ağacı, Nijer’in Kuzeydoğusunda bulunan Sahra Çölü’nde kök salmıştı. Salmıştı, zira şimdilerde yok.

Akasya türündeki bu ağacı, dünyanın en yalnız ağacı yapan şey ise kendisine en yakın ağacın 400 km uzakta olmasıydı. Geçmişten yakın tarihimize kadar çoğu gezginin altında dinlendiği bu ağaç gezginlerin yollarını daha kolay bulmalarını sağlayan bir işaret görevi de görüyordu. ‘Di’li geçmiş zaman kipi kullanmayı sevmiyorum aslında. Son süreçte tüm uzayın bir zaman paradoksu olduğunu ve aslında geçmiş ya da geleceğin bizim yaşamımızı satılabilir kılmak için uydurulan kavramlar olduğunu düşünüyorum. Neyse!

Tenere Ağacı başka bir ağaca olan uzaklığı sayesinde 1:4,000,000 ölçekli bir haritada görülebilen tek ağaç.

Téréré bölgesindeki, göçebe bir kabileye sahip olan Tuareg halkı ise ağacı beslemek için sık sık ağacın yanına giderdi. Touaregler kutsal kabul ettikleri bu ağacın dallarına dokunmazlar, nedense develeri bile ağaçtan tek yaprak yemezlerdi. Radyoaktif karbonlama (karbon-14) metoduyla araştırılsa da yaşı belirlenemeyen ağacın çok eski bir zamanda varolan ve sonrasında yok olan bir ormanın hayatta kalmayı başaran tek ağacı olduğu sanılıyordu. Tıpkı büyücü krallar gibi, Lebannen gibi. Ve Tenar. Tenar’ı tanımalısınız. Atuan’ın isimsizi, halkanın Tenar’ı, Kalessin’in yoldaşı. Bu kısa bölümü daha sonra ekledim. Romanı ilk yazmaya başladığımda henüz tanımıyordum Tenar’ı. Yeniden gözden geçirme yaparken farkettim ki aslında Tenere Ağacı, Tenar’ın kök bulmuş formudur evrende.

Kısa bir ara sonrasında, 1930’ların sonuna doğru Avrupalılar tarafından da keşfedilen Tenere Ağacı’na karşı askerler büyük bir hayranlık besledi. Zira işgal için önemli bir mihenk taşı oldu Tenere. Efsanelerin toprağı Afrika’da kaybolmamaları için gerekli bir mihenk taşı. Tenere harita çizimlerinde büyük rol üstlendi. Ağacın yalnız hikayesi ise 1973 yılında, yalnızlığına yakışır derecede hüzünlü bir şekilde son buldu. Sarhoş bir Libyalı kamyon sürücüsünün ağaca çarpmasıyla ağaç kurudu ve öldü. Belli ki işgalin simgesi olması sebebiyle intihar etti. Eminim Tenar’da feda kuşağının ruhu olduğundan, o da kendini feda ederdi. Belki Tenere gibi değil, kendini ateşe vererek. Ya da Tehanu olurdu. Ateşin kendisi.

Birazdan Guatemala F Tipi şehir hapishanesini havaya uçuracağım ve birkaç azılı teröristi kaçıracağım. Dehşete mi düştünüz. Sanmıyorum. Şu ana kadar sizi buna hazırlamaya çalıştım. Eğer olmadıysa bence bu sizin eksikliğiniz ve en iyisi bu olurdu.

Nevin Yıldırım’ı tanıyor musunuz? Tecavüzcüsünün gırtlağını köy meydanında kesen kahraman. Etik değiştikçe kahramanlıkla tam zıtları birbirine karışıyor çokça. Nevinse tüm bunların ötesinde ikirciksiz büyük bir kahraman. Belki bir gün cesareti avuçlarının içine işlemiş bir sinema insanı bir film çeker ve “bir güzel orman olur.”

Bu bölümde taptaze az önce redakte ederken yazıldı. Nevin’in hikayesini çekecek büyük yönetmen bulundu ve o yönetmen çekti. Ben hikayeyi ve müzikleri yazdım. Sadece Nevin’in değil, Gündünya Tören’in ve Özgecan Aslan’ında, Antilopların Yasına öykünen hikayeleri film oldu. Eğer iyi takipçiyseniz yine bu sayfalarda izine rastlayabilirsiniz. Ya da oldukça politik bir hikayeye başlıyor olduğumuz anlaşıldığı için bu bölümü ve diğer bölümleri okuyamayacak da olabilirsiniz.

İşimize dönelim. Birazdan alçak katil tecavüzcü bir sistemin gırtlağını keseceğim. Ellerim terli mi terli. Kalbim hiper tansiyon. Başım alıp alıp dönüyor inanın. Devasa görüntüsü, dişli homurtuları arasında bir hapishaneyi havaya uçuracağım. Bir güzel orman yapacağım her yanı.

 

                                                                                                                                                                                                                    Introduction to Humanity

Facebook Yorumları