Birazdan alçak katil tecavüzcü bir sistemin gırtlağını keseceğim. Ellerim terli mi terli. Kalbim hiper tansiyon. Başım alıp alıp dönüyor inanın. Devasa görüntüsü, dişli homurtuları arasında bir hapishaneyi havaya uçuracağım. Bir güzel orman yapacağım her yanı.

Dinamit nasıl yapılır? Bileniniz var mı? Ben bildiğim kadarıyla sizinle paylaşayım. Oldukça sıkıcı bir konu olabilir. Sıkılanlar bir sonraki bölümden devam edebilirler. Pek bir şey kaçırmış olmazsınız. Ancak bir gün gelip de –ki bu topraklarda çok uzak değil, öz savunmaya ihtiyacınız olursa ağlayacağınızı garanti ederim. İkna yöntemlerim biraz sert gelebilir. Bu yöntemi Calvino’dan öğrendim.

En yakın eczaneden gliserin alarak başlayabilirsiniz. Çok zor olmayacaktır. Nitrik içinse tek alternatif temizlik amaçlı kezzap. Nitrik için pek çok yöntem var ama elinizi yüzünüzü yakmayı garanti ederim. Amacımız bu olmadığına göre haydi kezzaba.

Sülfürik asit en imkansızı. Yine ben yardımcı olayım size. Hemen şarj edilmemiş akü avcılığına başlayabilirsiniz. Şarj edilmemiş aküler sülfürik asit deposudur. Mutlu akü vardı bir zamanlar. Devamı için Anarchists Cookbook’a devam etmenizi öneririm. Sanırım ikibininci versiyonunda şu anda.

Tüm bunları karıştırırsanız derhal filtilsiz, mitilsiz patlayacaktır. Yapmayın.

Devrimin, bir fahişenin umumhaneyi havaya uçurması ile başlayacağına inanmışımdır hep. Yani öyle bir ironi içerisinde bir başlangıç hep daha gerçek, hep daha çok içime sinen olmuştur. Sanırım ironinin gücü benim için belirleyici. Hayal edin.

Ve…

İşte ilk yel değirmenine yıldızlar yağıyor. Örme makinalarını düşünün. Binlerce örme makinası. On binlerce. Kirtim Kirt, Kirtim de Kirt. Devrimci bir işçi fazla boya vermiş sabote ediyor üretimi. Tutuşturuyor dokumayı. İşte öyle dalga dalga yayılıyor gökyüzüne yıldız yağmuru. Ateşi harlıyor babam harlıyor usta Prometeus. Bir duvar daha ve bir mazgal daha anafora kapılıyor. Sirenler, çıngıraklar, rüzgâr çanları. Suya karışan kırmızı boya, kefen dokuma. Aristokrat yeminler nafile. Bir güzel orman oluyor her yan.

Antiloplar her yıl büyük ve görkemli bir festival yaparlar; Büyük Antilop Göçü. Ocak ve Mart ayları arasında Serengeti’nin güneyinden büyük bir gürültü ile koşmaya başlarlar antiloplar. İçlerinde cevahir ile koşan Gnular üçyüzibinden fazla yavruyu doğurabilmek için bereketli volkanik topraklara doğru uzunca yol alırlar. Düzlüğün daimi sakinleri kısa otlar yavru antilopları yırtıcılardan korumakla görevli muhafızlardır. Yeşil migferli, yalın kılıçlı muhafızlar. Serengeti’de kuraklığın başlaması ile birlikte ana kucağına doğru yine canhıraş, yine kutsal, yine ateşe boyalı bir hac farizesine başlarlar. Grumeti Nehri. Ana kucağı. Sular alçak, sular tehlikeli. Ana kucağı, ana vatan. Vampirler, sırtlanlar, kan emiciler. Hac büyük bir telafet ile sonuçlanır. Timsahlar yeni doğan bebeleri katlederler. Sürüler dağılır, birleşir, ezilir. Ve büyük soykırımın adı büyük felaket oluverir yalancı kaynaklarda. Memleket semalarında esen meşhur afrika sıcakları aslında büyük felaketin acısıdır. Seni beni sıcaktan acıtır. Ve Maasai Mara. Hayata Dönüş yalanının ortasında görkemli bir geçiş.

Ateş yoktu ama yanıyorduk diyor saçlarından tutuşan, yüzleri akıp giden kadınlar. Devletin eli. Her daim kanlı, her daim yalancı. “Yumuşak bir şeye bastım, meğer Gülser’miş!”

Antiloplar tavaflarını yılın son günlerinde büyük kayıplar verdikten sonra Serengeti’ye dönerek tamamlarlar. Ve bu hiç bitmez. Antilopların kayıp hatırları yüzyirmikilerin hatıralarına denktir. Aslında kayıp değillerdir. Aslında her birimizin günahlarında gizlidir. Hey Quasimodo bana su verme. Ben bu yükle arınamam.

 

İlk İki Bölüm için,

 

1.bölüm,

3 TEFRIKA 1.BÖLÜM

2.Bölüm,

182/2 2.BÖLÜM

 Introduction to Humanity

Facebook Yorumları