Başarılı ve Güzel Yazar Bizleri Kırmadı.

Üç yıl önce güzel bir röportaj yapmış, sizlere Sayın Orkide Ünsür hanımefendiyi kalemimin elverdiğince, dilimin döndüğünce anlatmaya çalışmıştım. Geçen süre içinde kendisiyle birbirimizi daha iyi anladığımıza, aramızda daha kuvvetli bağların kurulduğuna inanıyorum. Yazma işlerine ara vermiştim ama Orkide Hanım’ın çalışmalarını takip ediyordum, yeni kitabını da okuma listeme almıştım. Kendileri, yine sevdiğimiz bir yazar olan Zeynep Çolakoğlu hanımefendi ile beraber bir çalışma yaparak İstanbul’un Karanlığında kitabını yazmışlar. Karakarga Yayınları’ndan çıkan kitap, her iki yazarın İstanbul’un karanlığında geçen üçer gotik öyküsünü barındırıyor. Daha önceki söyleşimizde kendisinden, Lâmia – Kan Bağı romanından ve hem proje yönetmenliğini yaptığı hem de bir öyküsünün yer aldığı Aşkın Karanlık Yüzü kitabından bahsetmiştik. Bakalım geçen zaman içinde neler oldu, gelecekten beklentileri neler, yeni projeleri var mı? Ve içinde bulunduğumuz korona günlerinde zamanını nasıl değerlendiriyor, sıkılıyor mu, sokağa çıkıyor mu?

Yönetmen, senarist ve yazar Sayın Orkide Ünsür ile yeniden röportaj yapıp sohbet etmek çok güzel olacak. Sizleri daha fazla bekletmeden hanımefendiye merhaba diyor ve hepinize iyi okumalar diliyorum.

Burak ÖZPOLAT: Merhaba Orkide Hanım… Üç yıl sonra bu defa Çerezzine aracılığıyla sizinle birlikteyiz. Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Salgın döneminde sizi fazla yormak ve vaktinizi almak istemediğim için kısa sorular soracağım.

ORKİDE ÜNSÜR: Merhaba Sevgili Burak. Çok teşekkür ederim, iyiyim. Senin de sağlığın, keyfin yerindedir umarım. Röportajımızın üzerinden üç yıl geçmiş olduğuna inanamıyorum! Zaman çok hızlı akıyor gerçekten. Yeniden sohbet edebildiğimize sevindim. Heyecanla sorularını bekliyorum.

B.Ö: Salgın demişken, yaşadığımız bu dönemi aileniz ile birlikte nasıl geçiriyorsunuz? Dostlarınız ile toplanmayı ve arkadaş ortamınızı özlediniz mi? Neler yapıyorsunuz, sıkıldınız mı?

O.Ü: Elbette dostlarımı, sevdiklerimi, özellikle de yeğenimi görmeyi, onlarla vakit geçirmeyi özledim ama en azından teknolojinin nimetlerinden yararlanıyor, iletişimimizi sürdürebiliyoruz. Telefon ederek, mesajlaşarak, görüntülü konuşma aracılığıyla hasret gidermeye çalışıyoruz. Sokağa rahatça çıkmayı, deniz kenarında yürüyüşler yapmayı, maske ve siperlik takmadan, saçlarımı savurarak dolaşmayı da özledim. Muhtemelen bu sene imza günü yapamayacağım, bir kitap fuarına katılamayacağım, bir yerlere tatile gidemeyeceğim. Bunlar için de üzgünüm. Ancak dünya insanları olarak hep birlikte olağan dışı, acayip bir dönemden geçiyoruz. Sorumluluk sahibi ve duyarlı bir birey olarak tehlike tamamıyla geçene kadar çok dikkatli hareket etmek, kurallara uymak, tedbirimi elden bırakmamak zorundayım. Hijyen açısından da aşırı derecede özen gösteriyorum. İlk günlerden itibaren, ailemin ve kendimin zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak haricinde evden dışarı çıkmıyorum. Açıkçası İstanbul gibi yüksek riskli bir şehirde, salgın tamamıyla bitmeden gevşemeye ve yaz rehavetine kapılmaya niyetim yok.

Yıllardır vaktinin çoğunu evde, özellikle de bilgisayar karşısında geçiren, okuyan, yazan, çalışan biriyim zaten. Şu sıralar dünyadaki önemli müzeleri İnternet aracılığıyla geziyor, film festivallerinin korona günlerine özel ücretsiz olarak gösterdikleri filmleri izliyor, sinemayla ilgili master class’ları  takip ediyorum. Geçtiğimiz haftalarda İrlandalı bir yönetmen arkadaşım, bu dönemde izlenmesi için uzun metraj filmlerinin Vimeo şifrelerini Facebook sayfasından paylaştı. Türk sinemacılar da böyle hoşluklar yapıyorlar. Ayrıca 2019 Güz Dönemi itibarıyla ikinci üniversite kapsamında Marka İletişimi okumaktayım, o bakımdan günlük rutinime bir de sınavlara hazırlanmak eklendiği için sıkılmaya zamanım olmuyor, hatta işlerimi zor yetiştiriyorum. Yeri gelmişken; korona riski geçse dahi artık yaşadığımız dijital çağda tüm sınavlarımın -gerekirse güvenliği daha fazla arttırsınlar- online sistem üzerinden yapılmasını isterdim. Hem böylesi, zaman ve ekonomi açısından da tasarruf sağlayacaktır.

B.Ö: İnsanların bir günde bile hayatları değişirken bu süreçte neler yaşadığınızı anlatır mısınız?

O.Ü: Pandemi hepimizin hayatında bir kırılma noktası, bir tür milât oluşturdu. Belki ilerde C.Ö. ve C.S. olarak adlandırılabilir bu dönem. Yani Covid19’dan Önce, Covid19’dan Sonra… Hastalık ve ölüm korkusu herkesi farklı şekilde etkileyip sarstı. Olayın psikolojik, fizyolojik, sosyolojik, ekonomik, teknolojik gibi çok fazla boyutu var. Çıkarılacak olumlu dersler de… Kreatif olarak ise tüm bu yaşananlar, pek çok yazara, yönetmene ya da farklı sanatçılara olduğu gibi bana da bazı fikirler verdi, yeni açılımlar sundu. Sürece dair izlenimlerim, duygu ve düşüncelerim, gelecekteki kimi çalışmalarıma da şu veya bu şekilde yansıyacaktır.

B.Ö: Sizinle yaptığımız ilk röportajdan sonra hangi projelerde yer aldınız, bizi bilgilendir misiniz?

O.Ü: Birer öykümün de yer aldığı, Bilgi Yayınevi’nden çıkan  Karanlık Yılbaşı Öyküleri – Aralıktan Sızan Karanlık ve Karanlıktaki Kadınlar antolojilerimizi hazırladım. Anadolu Korku Öyküleri III -Yılgayak kitabında Hasat adlı öykümle yer aldım. Son olarak da İstanbul’un Karanlığında kitabımız Karakarga Yayınları etiketiyle iki ay önce yayımlandı. Aktris adlı novellamın ilk yazım aşamasını bitirdim. Taslak birkaç öykü, kitap ve senaryo çalışmam halen devam ediyor.

B.Ö: Gotik ve korku hikâyeleri yazarken nasıl bir ruh haliniz oluyor? Örneğin çok eğlenceli bir günde “Aklıma bir kitap fikri geldi! Hemen yazıp aradan çıkarayım” mı diyorsunuz, yoksa mutsuz bir gündeki ruh haliniz mi sizi daha iyi eserler vermeye zorluyor?

O.Ü: Mutsuzluktan, melankoliden beslenen biri değilim aslında. Moralimi de yüksek tutmaya çalışırım.  Aklıma her an her yerde bir fikir gelebiliyor, ruh hâlim yaratım sürecimi direkt olarak etkilemiyor. Fakat doğaldır ki bizzat yaşadığım/gözlemlediğim olaylar, okuduğum/izlediğim haberler, kimi zaman da bir sanat eseri bana ilham verebiliyor, açılım sunabiliyor, bir tema yaratmakta etkisi olabiliyor. İlginç fikirler genelde yürüyüş yaparken ya da uykuya dalarken geldiği için mutlaka yanımda not defteri ve kalem bulunduruyorum.

B.Ö: İstanbul’un Karanlığında kitap projesi nasıl gündeme geldi?

O.Ü: Benim şimdiye kadar yazdığım tüm öyküler (Anadolu Korku Öyküleri’nin üçüncü kitabına özel yazdığım (Hasat hariç) İstanbul’da geçiyor. Aynı durum, şu an yazmakta olduğum novellam için de geçerli. Romanımın içinde farklı mekân ve ülkeler olmasına rağmen odağında yine İstanbul ve adalar vardı, ana mekânı burasıydı. İstanbul’la kurduğum özel, tuhaf, gotik bir bağ var ve bu şehri her şeye rağmen çok seviyorum.

İstanbul esasında dişi bir şehirdir. Bastırılmış olmasına rağmen, dipten yüzeye çıkmayı bekleyen dişil enerjisi yüksektir. Biz şehrin belli mekânlarını öykülerimizde kullanarak, oralarda yaşayan kadın kahramanların aracılığıyla, onların ruh hâli ve bakış açısıyla İstanbul’un karanlığını, şehirde geçen karanlık hikâyeleri anlatmaya çalıştık.

Zeynep’le birlikte kalem oynatmamız ve yüz yüze tanışarak dostluğumuzu pekiştirmemiz, iki yıl önce Bilgi Yayınevi’nden çıkan dokuz kadın yazarlı Karanlıktaki Kadınlar kitabımız ile oldu. Gotik edebiyat ve modaya olan tutkumuz da ortak paydalarımız arasında önemli role sahip. Onunla ikili olarak bir kitap çalışması yapmayı bir müddettir zaten düşünüyordum. Beraber kitap çıkarma arzumuz, Karanlıktaki Kadınlar’ın gördüğü ilgi ve okurlarımızdan gelen taleplerin etkisiyle de ayrıca tetiklendi.

B.Ö: Zeynep Çolakoğlu’nu nasıl tanımlarsınız? Yeni kitap projelerinde yine kendisi ile birlikte çalışmayı düşünüyor musunuz?

O.Ü: Zeynep, kendine özgü bir tarzı olan, sofistike bir yazar; içi de dışı kadar güzel bir genç kadın ve zeki, çalışkan, sorumluluk sahibi, kadirşinas bir insan. Sağ olsun, benim çoğu zaman fazla titiz ve takıntılı addedilebilecek çalışma tarzıma da anlayış ve olgunlukla yaklaşır. Kendisine buradan tekrar teşekkürlerimi, sevgilerimi gönderiyorum. Beraberce üretim yapmaktan, farklı çalışmalarda birlikte yer almaktan mutluluk duyacağım bir arkadaşımdır.

B.Ö: Salgın döneminden sonra yeni bir kitap düşüncesi var mı?

O.Ü: Evet, sınavlarım biter bitmez Aktris adlı novellama odaklanmak, kitabın son yazımını bitirmek istiyorum. Ardından da senaryo çalışmama ve yeni bir kitap yazmaya yoğunlaşacağım.

B.Ö: İstanbul’un Karanlığında kitabındaki öykülerinizde gerçek, yaşanmış bir hikaye var mı? Yoksa genelde kurgu gücünüze mi güveniyorsunuz?

O.Ü: Yazdığım öykülerde kimi zaman gerçek olaylardan ve kişilerden esinlensem de bunların misyonu daha ziyade birer uyaran/tetikleyici olmaktır. Gerçeklikleri manipülasyona ve mutasyona uğrar, bambaşka formlarda karşımıza çıkarlar. Üstelik burada korku, fantastik, gotik gibi türlerden söz ediyoruz… Yarattığım eser zaten tamamen benim kurgu yeteneğimle, hayal gücümle, kalemimin tarzıyla, farklı bir akış, olay örgüsü ve kahramanlarla ortaya çıkıyor.

Bu kitaptaki üç öyküde de bana esin kaynağı olan kimi gerçek olay ve kişiler var elbette. Örneğin Lâl Uyanış’ta ana karakterimin yaşadığı fiziksel şiddetin kaynağı, bir gazetede okuduğum ve çok sarsıldığım bir üçüncü sayfa haberidir. Fakat olay koca şiddeti değil, baba şiddetiydi.  Yine Zühre’nin gitmek istediği ev hanımlarına yönelik Flamenko dans kursu da farklı bir dönemde dikkatimi çeken bir başka haberdi. Flamenko müziğini ve dansını çok sevdiğim için bu çıkış noktalarından hareketle yıllar önce bir kısa film senaryosu yazmıştım. Hatta oyuncuları bulmuş, ekip bile kurmuştum. Bakanlığa ve kadınlarla ilgili birkaç oluşum ve derneğe başvurup destek alamayınca projeyi rafa kaldırdım, sonra da araya başka çalışmalarım girdi. Ancak hikâyeyi çok seviyordum ve bir şekilde insanlarla paylaşmak, onlara ulaştırmak istiyordum.

Birkaç sene önce senaryoyu öyküye çevirdim, revize ettim ve bazı eklemeler yaptım. Bu kitapta nihayet okurla buluştuğu için mutluyum. Havuz öykümde, kendi televizyonculuk geçmişim, sinema tutkum, çevremdeki bazı karakterler mutlaka bana farklı türden ilham kaynağı olmuştur. Şahmeran öyküsünde de yine birbirinden bağımsız ufak tetikleyicilerim var.

B.Ö: Lâmia – Kan Bağı kitabının devamı için bir yayın evi ile görüştünüz mü? Umarım seri haline gelir ve biz de belki dijital ortamda ya da sinemada izleriz…

O.Ü: Kitabım halen hak ettiği yeri bulamadığı ve ulaşması gereken okurunun çoğuna ulaşamadığı için devamını yazmaya dair henüz bir hevesim, arzum yok. Zaten uzun seriler değil de sadece ikinci bir roman yazmayı düşünüyordum. Esasen benim en önemsediğim konular; daha özenli bir ikinci baskıyla ve yeni bir kapakla iyi bir yayın evinden çıkarak tekrar okurla buluşması, başta İngilizce olmak üzere farklı dillere çevrilmesi, dizi veya filme uyarlanarak dijital platformda yahut sinema salonunda izleyiciyle buluşması…

Özellikle de sonda belirttiğim hayalim açısından, Hollywood’a dair söylenmiş bir cümleyi rahatlıkla edebiyat dünyasına adapte edebilirim. Şöyle ki; bir başyapıt bile yazsanız, kitabınızın sinema ya da dizi filme uyarlanması konusunda maalesef “Önemli olan ne yazdığınız değil, kimi tanıdığınızdır” kuralı geçerlidir; hatta bu kural “Önemli olan ne yazdığınız değil, kimin sizi tanıdığıdır” formuna evrilmiş durumda… Yani suyun başında olan, muktedir dediğimiz türden kişilerin acaba sizden, kitaplarınızdan, yazdıklarınızdan ne kadar haberleri var?

B.Ö: Yazı yazarken Orkide Hanım nasıl birisidir? Yazmaya başladığınızda çevrenizde nasıl bir ortam oluşturuyorsunuz?

O.Ü: Yazı yazarken çok asosyal olurum, etrafımda herhangi bir uyaran olmasından da hoşlanmam. O yüzden sadece evde yazmayı tercih ederim. Yazarken belli tür müzikleri ve yazdığım temaya dair bana esin kaynağı olan, havaya girmemi sağlayan eserleri dinlerim. Hatta İstanbul’un Karanlığında kitabımız için Zeynep Çolakoğlu ile beraber bir playlist yaptık. Onun (Eliz Cooper) spotify hesabından Within the Darkness of Istanbul başlığı altında, öykülerimizi yazarken bize ilham veren müziklerden bazılarını dinleyebilirsiniz.

B.Ö: Hayaletlere inanır mısınız?

O.Ü: İnanmam ama bu fantastik işler hiç belli olmaz. Özellikle de İstanbul’un karanlığında gezinen bir faninin karşısına, ansızın huzursuz bir ruhun, öfkeli bir hayaletin çıkmayacağını kim garanti edebilir? 😉

B.Ö: Korku edebiyatı dışında bir kitap yazsaydınız türü ne olurdu?

O.Ü: Korku ya da gerilim unsurları içermeyen bir kurgu kitap yazmak istemezdim ancak bunun istisnası romantik komedi olabilir. Çünkü bu türde çekilmiş iyi filmleri izlemeyi çok severim.

B.Ö: Karanlık antolojileriniz arasından en çok hangisini seviyorsunuz? Hepsi aynı yerde mi?

Yeni bir antoloji kitabı çıkaracak olsanız en çok kimlerle birlikte çalışmayı isterdiniz?

O.Ü: Konseptini oluşturduğum ve proje yönetmenliğini yaptığım karanlık antolojilerin hepsini çok seviyorum, her birinin gönlümdeki yeri ayrı. Bu vesileyle kitaplarımızda öyküleriyle yer alan değerli yazar arkadaşlarımıza tekrar teşekkür etmek isterim. Ancak Karanlıktaki Kadınlar’ın, en çok da İstanbul’un Karanlığında kitabımızın bendeki yeri biraz daha farklı ve özel. Bu kitap, serinin en son ve eşsiz parçası…

Karanlık antoloji serisi benim için tamamlandı artık. Dört güzel çalışma var ve bu yeterli, sıkıcılığa düşmemek lâzım. Ayriyeten artık kalabalık yazarlı antolojiler hazırlamak istemiyorum. Zaman, enerji ve başka açılardan sıkıntılı olabiliyor. Daha farklı projeler üretmek istersem, yazar olarak yine Zeynep Çolakoğlu ve kıymetli dostum, yetenekli kalemdaşım Kubilayhan Yalçın ile beraber çalışmayı arzu ederim mesela. Ancak şu aralar üçümüzün de üzerinde çalıştığı farklı çalışmalar var, belki belli bir zaman sonra bu tip bir proje hayata geçirilebilir. Ben de zaten bireysel çalışmalarıma yoğunlaşmış durumdayım.

B.Ö: Sizce insanlar İstanbul’un Karanlığında kitabınızı neden okumalı? Kitabınız kimlere hitap ediyor?

O.Ü: Kitabımız sadece korku-gerilim türlerini seven okurlara değil, çok daha geniş bir kitleye hitap ediyor aslında. Zeynep Çolakoğlu ve ben başrolünde kadınların, fonunda İstanbul’un olduğu, kendine özgü renge, müziğe ve ruha sahip karanlık öyküler yazdık. İstanbul’u, bu büyülü şehri farklı gözlerle, karanlığın diliyle bir kez daha keşfetmek isteyenlere edebî bir alternatif sunuyoruz…

Bu arada, okurlarımız kitabımızın Facebook sayfasını takip ederlerse memnun oluruz. Bizlerle iletişim kurabilir, paylaşımlarımızı ve röportajlarımızı görebilirler.

B.Ö: Son olarak karantina günlerinde kitaplarınızı okumak isteyenler hangi İnternet sitelerden satın alabilirler?

O.Ü: Karanlık antolojilerimizi kitap satan sitelerin çoğundan temin edebilirler. İstanbul’un Karanlığında kitabımız hepsiburada.com’da şu günlerde %50 indirimle satılıyor, fırsatı kaçırmasınlar derim. Lâmia-Kan Bağı’nı imzalı olarak isterlerse İnternet siteme mesaj atarak bana ulaşabilirler.

B.Ö: Orkide Hanım bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

O.Ü: Çerezzine’deki ilk röportajında bana yer verdiğin için ben teşekkür ederim. Belki üç yıl sonra yeniden bir röportaj yaparız, ilginç olmaz mı? Sizlerin aracılığıyla tüm kitapseverlere sevgilerimi gönderiyor; hepsine sağlıklı, mutlu, bol okumalı günler diliyorum.

 

Sayın Orkide Ünsür’e bizimle röportaj yaparak vaktini ayırdığı için teşekkür ediyoruz. Sohbetimizden de anlayacağınız gibi kendisi çok saygıdeğer ve özel birisidir. Karantina günlerinde kitaplarını satın alarak destek olmanızı, kütüphanenizde bu güzel eserlere yer vermenizi tavsiye ediyorum. Bilgi başak tanesine benzer. Birlikte olursa daha güzel olur. Yeni röportajlarda buluşmak üzere iyi günler dilerim. Burak ÖZPOLAT

Facebook Yorumları