Bir Ayrılık

Soğuk iyiden iyiye kendini hissettirmeye başladığında o, bir köşeye sinmiş sigarasını yakmakla meşguldü. Günler boyu süren takibi ve sinsi hissiyatları meyvesini verecek, onu ve itibarını yeniden yükseltecek, sonsuz mutluluklara koşmasında önayak olacaktı. Durup beklerken bir yandan da tir tir titriyor, heyecandan yerinde duramıyor, sigarasından derin nefesler çekip havaya doğru üflüyordu.

Emek gerektirirdi bu iş, cesur olmak gerekiyordu. Günlerdir o sihirli saatlerin peşinden koşmuş, gerekirse bu amaç uğruna uykusuz kalmış, üşümüş, alalade bir köşede soğuktan ezilip büzülmüştü.

Artık sona yaklaşmanın verdiği kıvanç duygusuyla büyülenmiş, kendini bu zafer nehrinin en dingin sularına bırakmıştı. Sigarasından son fırtı çektiğinde pencerede ki ışığın söndüğünü gördü. Sigarasını aceleyle yere fırlattı. Çocuksu bir heyecanla ellerini ovuşturdu. Geri dönüşü yoktu. Son günlerde hali perişandı. Derme çatma bir gecekonduda soğuk bir odada uyuyor, iyi beslenemiyor ve parasızlık iflahını kesiyordu. Ufak bir sıçrayış, küçük bir özgüven, onu yeniden diriltecek, çalmak konusunda ki becerisini daha da perçinleyecekti. “Dikkatli olmam gerekiyor.” diye düşündü. “Tereyağından kıl çeker gibi , hızlı bir şekilde bitireceğim.” O bu düşüncelerle kendini telkin ederken, ev sahibinin sokak kapısından çıktığını ve merdivenleri indiğini gördü. Biraz bekledi. Pusudaydı henüz. Şimdi hafif hafif yağmur çiseliyor, rüzgar kesik kesik sert esiyordu. İçinde bir ürperme hissetti, alçak duygularla yoğrulmuş zihni bulanıklaştı. Ansızın bunun son şansı olduğu fikrine kapıldı. Nemrut hava onu umutsuzluğa sürüklüyor fakat başarma hevesi bir türlü yakasını bırakmıyordu. On dakika kadar bekledi. Usul usul yürümeye başladı. Sokak kapısı açıktı. Doğruca içeriye girip apartmanda en ufak bir ses çıkartmamaya özen gösteriyor, adımlarını olabildiğince sessiz atarak merdivenleri tırmanıyordu. Kapının önünde ki eşiği gördüğünde, aşağıda paspasın ortasında eski püskü bir çift spor ayakkabı çarptı gözüne. Yıllanmış, dikişleri patlamaya yüz tutmuş, hüzün verici ayakkabılardı bunlar. Artık herşeyin farkına daha iyi varıyor, bütün dikkatiyle hain eylemine odaklanıyordu. Cebinden maymuncuğu çıkardı. Yorgun ve solgun elleri titriyor, heyecandan ve korkudan gözleri kararıyordu.

Defalarca maymuncuk kullanmanın verdiği ustalıkla kapıyı açması çok uzun sürmedi. Kapıyı açtı. Çok sessiz. İçeri bir adım attı ve tüm benliğiyle dairenin içine süzüldü. Kapıyı aynı sessizlikle kapattı. Arka cebinden feneri çıkardı. Yaktı. Evin giriş kısmında bir portmanto göze çarpıyor, salona uzanan zafer yolunda uzun bir koridor bulunuyordu. Feneri olabildiğince yukarı tutuyor , oluşabilecek kazalardan kendini korumak istiyordu. Sıcacıktı evin içi. Evin içinde olmanın verdiği mutlulukla ruhu ve bedeni ısınmış , gevşemiş , hoyrat duyguların etkisi altında ne kadar üşümüş olduğunun farkına varmıştı.

Salona doğru ilerledi. Adımlarını çok sessiz atıyor, evin içinde bir hayalet gibi uçuşuyordu. Salonun ortasında durdu. Sırt çantasını omuzlarından alıp salonun tam ortasına , halıya bıraktı. Fener, şimdi karanlığı aydınlatan en kudretli ışık haline gelmişti. Televizyona baktı. Vazgeçti. Küçük ve değerli şeylerle, dikkat çekmeden bitirecekti işini. Salonun sol köşesinde duvara bitişik bir aynanın hemen altında küçük çekmeceler çekti dikkatini. Bir yandan evin içine kulak kabartıyor, diğer yandan elini çabuk tutmaya bakıyordu. En üstte bulunan çekmeceyi açtı. Feneri içine tuttu. Bir çakmak, iki dal sigara ve bir edebiyat dergisi buldu. Onları alıp aynanın önüne koydu. İşe yaramazdı. Çekmecenin en dibine istiflenmiş bir zarf buldu. Işığı zarfın üzerinde gezdirdi. Zarfın üzerinde “Kira” yazıyordu. Titrek ve bitkin elleriyle açtı zarfı.

Para! Hemen saymaya başladı. 750 lira para vardı zarfta. İçinden bir sevinç dalgası yükseldi. Gözleri yaşardı. Parayı hemen zarfa geri yerleştirip, ceketinin iç cebine soktu. Birden hemen çıkmak, elde ettiği bu parayla güzelce karnını doyurmak ve sıcak bir oda tutup içinde uyumak istedi. Kutlama bile yapmayacaktı. Ne gerek vardı? Yaşamın dayanılmaz acılarını bir nebze olsun hafifletmek de bir tür kutlama sayılmaz mıydı? Orta çekmeceye yöneldi. Bir kolye vardı sadece. Kolyeyi aynanın önüne serdi. Işığı üzerine tutup inceledi. Pek pahalı sayılmazdı. Ama para ederdi.

Kolyeyi de ceketinin iç cebine koyup , servetine servet eklemiş, müthiş bir sansasyon yaptığı inancıyla kendisiyle gurur duymuş, sıcaklığında verdiği rehavetle içi huzurla dolmuştu.

Bu esnada bir titreşim sesi hissetti. Kafasını çevirdi. Ev sahibi telefonunu salonda unutmuştu. Doğruca telefona yöneldi. Işığı tuttu. Telefon yeniydi ve son modeldi. Büyük vurgun kaçınılmaz bir kararlılıkla dörtnala koşuyordu şimdi. Ellerinin arasına aldı ve telefonu hemen kapattı. Arka kapağını hızlıca açıp hattı içinden çıkardı ve ağzına attı. Fazla zorlanmadan yuttu. Midesinde ki cevapsız çağrılar belki de o sıçana kadar peşini bırakmayacaktı. Bunu düşünüp bir kahkaha patlatacakken aklı başına geldi ve hemen elleriyle ağzını kapadı. Telefonun arka kapağını kapatıp salonun ortasına yöneldi. Ceketinin iç cebinden çıkardığı zarf ve kolyeyle beraber telefonu da sırt çantasına tıkıştırdı. Çantayı tam sırtına takacakken, birden en alt çekmeceyi unuttuğunu hatırladı. Çantayı tekrar yere bırakıp aynaya doğru yürüdü ve ışığı bu kez aynaya tuttu. Uzun kıvırcık saçları yüzüne düşmüş, göz çevrelerinde dehşetin izleri, aşağı doğru uzanan kemerli bir burun ve altında kurumuş solgun bir çift dudak. Kendisini işte böyle dosdoğru ve en yalın haliyle seyretti. Hızlı hızlı nefes alıyor, yeni sürprizlere ve olanaklara aç, fırsat kolluyordu. Hemen toparlanıp en altta bulunan çekmeceyi açtı. Bir zarf daha buldu. Heyecandan ellerini ovuşturmuş, gözünde oluşan kıvılcımlar bedenini zafer dürtüsüyle sarsmıştı.

Zarfı açtı. İçinde bir mektup bulunan kağıdı okumaya başladı;

‘’Sana veda ediyorum. Edindiğim ve benim ruhumdan beslenen herşeyi yitirdim. Kaçmaktan yoruldum ve geride kalan son enerjimi bu satıları yazmak için harcıyorum şimdi. Sen harikuladesin. Üzerinde ilerlediğin yol, senin başarın ve yoksulluğun harikulade. Çocuksu yüreğinde taşıdığın kayıtsızlık da öyle. Ruhumun dehlizlerinde bir üşüme bir çırpınış hissediyorum. Kaçmak istiyorum, kaçamıyorum. İnsanlar her tarafımı çevrelemiş. Beni ben olmaya koymamışlar. Ama bilirim, sen daha güçlüsün. Bu tür umutsuzlukların üstesinden gelebilirsin. Benim terkediş, yokoluş, bitiş hikayem seni korkutmasın. Senin ne gibi fedakarlıklar içinde çırpınıp durduğun gün gibi ortada. Azimli ve kararlısın. Takdir ediyorum seni. Beni yıprattığın, alıkoyduğun ve yaratıcılığımı zedelediğin için sana kızamam. Bu gibi şeylerin çok çok üstünde, çok değerli anılar, inanılması güç mutluluklar yaşattın bana. Sen çok değerli bir insansın. Yürekler acısı halimi hiç değilse son kez görmeni istemedim. Buna kalbim dayanmaz. Yakında yaşayacağım sonsuz uykumun en tatlı hülyalarında seni göreceğim canım arkadaşım. Sen hayatta en çok değer verdiğim, ruhumun en çok kaynaştığı, bir rengi, bir ışığı yakaladığım yegane insansın. Bu satırların oluşumu seninle var oluyor, sana olan minnet borcumdan kaynaklanıyor şüphesiz. Seni bir yerlerden izlemeye, gururlanmaya ve sevmeye devam edeceğim. Sonsuza dek. Lütfen bana öfkelenme. Bir mizaç meselesi. Tek çarem bu. İnan bana. Hayattayken yetmeyen tüm sevgimle. Elveda…’’

Kağıdı katladı. Zarfa geri koydu. Işığı aynaya tuttu tekrar. Gözlerinden yaşlar süzülüyor, hıçkırıkları kesik kesik salonun içinde yankılanıyordu. Sendeleyerek dış kapıya doğru yürüdü. Sırt çantası halının üstünde bir ceset gibi kıpırtısız duruyordu. Kapıyı hafifçe açtı. Apartmanın içi sessizdi. Merdivenlerden yavaşça inip sokak kapısından dışarı çıktı.

Facebook Yorumları