Annemin tarafından üçüncü kuşak fındık üreticisiyim. Çocukluğumda yaşadığım müthiş hasat maceralarını başka yazılarımda anlatmayı çok istiyorum ama bu yazının konusu o değil. Doğa ve toprak kokusunun nasıl yüreğime işlediğini bilmenizi istediğim için ufacık bir ön bilgi vermek istedim sadece. Bu yüzden; üniversite sonrasında, yaşadığım büyük aşk uğruna sırf İstanbul’a gelebilmek için apar topar bulduğum çağrı merkezindeki işimde, açık ofiste, kübik sistem masalarda gün ışığını unutarak çalışmaya başladığımda ruhumun ne kadar daraldığını herhalde biraz olsun tahmin edebilirsiniz diye düşünüyorum.

İstanbul’da geçirdiğim ilk kış mevsiminin buz gibi iş çıkışlarından birinde, yanlış hatırlamıyorsam bir market kasasının yanında, üzerinde kan kırmızısı minicik bir çiçek olan ve baş parmağım büyüklüğünde bir kaktüs bulduğum zaman, bu kaotik şehre karşı yavaş yavaş üşümeye başlayan kalbimde çok samimi bir kıvılcım hissetmiştim. Gerçekten de o kaktüs uzun süre, üzerindeki kırmızı çiçeği ile, kübik ve yalnız masamda beni güçlü kılan tek umut kaynağım olmuştu. Gerçi kırmızı çiçeğin kağıttan yapılma olduğunu neden sonra anladığımda epeyce bozulmadım değil.

Zaman içinde o kübik masadan ve çağrı merkezi ortamından boynumdaki fıtıkla ayrıldıktan sonraki çalıştığım şirketlerde, fiziksel çalışma şartlarının da diğer faktörler kadar önemli olduğunu hatırlayıp kararlarımı o doğrultuda vermeye çalıştım ve çalıştığım ortamda en azından bir tane saksı çiçeği olmasına azami dikkat gösterdim.

Son senelerde ise, annemin artık sağlık nedenleri ile fındık işlerini bana devretmesi sebebi ile işin üretim kısmına daha çok girdiğim ve hayatımın önemli bir kısmını çiftçilik yaparak geçirdiğim ve bu konuya kafa yormaya ciddi bir mesai harcadığım için, artık dededen gelen yöntemler yanında neler öğrenebilirim diye yaptığım hobi çaplı araştırmalar tabii ki beni doğal tarıma doğru yönlendirdi.

Bazı konularda oldukça eski kafalıyım. Yirmi seneyi aşkın süredir aktif teknoloji ve internet kullanıcısı olmama, birçok sosyal medya ve uygulamanın ilk kullanıcılarından olmama rağmen temel kaynak olarak interneti bir türlü benimseyemedim. İşin doğal tarımla üretim kısmına henüz hobi olarak baktığım için de çok fazla yabancı kaynak karıştırmadan, şu karantina günlerinde keyifli keyifli okumak için özellikle ilgimi çeken kompost yapımı ile ilgili bulabildiğim kitapları sipariş verdim.

Kitaplarımdan özellikle bir tanesini çok hevesle bekledim; okumalarımı genellikle gece herkes uyuduktan sonra yaptığım için, gece yarısının geçmesi için adeta dakikaları saydım diyebilirim. Kitabın ismini özellikle vermek istemiyorum ama o gece yaşadığım hayal kırıklığını anlatabilmem için gerçekten çok iyi bir yazar olmam gerektiğini söylemeden geçemeyeceğim. 190 sayfayı sabırla didik didik okudum, belki düzgün bir bilgi bulabilirim umudu ile. Ancak bulabildiğim tek şey; amatör bir bahçecinin, henüz sonuç bile almadan yaptığı deneyleri araya kendi bazı siyasi fikirlerini de sokuşturmak sureti ile aktarması idi. Siyasetin toprakla ne alakası varsa artık onu da anlayabilmiş değilim, o da ayrı konu.

Sabaha karşı, kaybettiğim zamana duyduğum öfke yüzünden karşı duvara fırlatmış olduğum kitabı alıp yerine kaldırdıktan sonra, yatağa uzanıp gözlerimi tavana dikerek -aslında tavana dik dik bakarak- biraz daha düşündüm. Tarım ve bahçecilik geçmişi olsun veya olmasın, özellikle metropollerde yaşayan son dönem beyaz yakalıların artık yavaş yavaş doğa ile barışma zamanı geliyor. Birçok yerde tasarlanmaya başlanan hobi bahçesi projeleri, henüz ham ve çok yeterli olmasa da insanların gelecekte bu konuya daha çok eğileceklerinin bir göstergesi, orası kesin. Ayrıca bu son pandemi krizi gösterdi ki sürdürülebilir ve doğal bir yaşam üzerine yoğunlaşmak her geçen gün daha önemli hale geliyor. Peki, seneler boyunca en doğru bilgiye kitaplardan ulaşacağına inanan benim gibi bazı doğa severler için Doğal Tarım for Dummies türü bir kaynak bulmak neden imkansız?

Ya olacaksa?

 

Facebook Yorumları