“Bir anıyla başlayacağım yazım maalesef bir sonla bitecek.”

Bundan tam tamına on iki  sene evvel üniversitede okumaya çalışıyordum. Evet, öğrencilik yıllarımda ite kaka okunulan zamanlardan bahsediyorum. Bu zamanlar arkadaşlarla deli gibi eğlenmenin, sabahlara kadar oturup kafayı sarhoş oluncaya kadar çekmenin senesiydi benim için. Her şeyin bir sonu olduğu gibi bu ortamın da sonu geliyormuş. İnsan belli bir yaşa geldikten sonra bu anılarını hatırladığında gülümsüyor, şimdi benim de tam olarak yaptığım gibi…

O anılar, üniversiteden uzaklaşıp mahallemde takıldığım seneleri kovalıyordu şimdi.

Mahallemizin bir bakkal ağabeyi vardır. Kemal Abi. Bu adam epey cüsseli, iri ama çok sevimli bir adamdır. Babamın gençlik döneminden de arkadaşı hala dükkanını işletir ve bazen hala meteliğe kurşun attığımız zamanlarda o veresiye defterine ismimizi yazdırırız. Oradan dört bira, bir paket sigara, iki paket fıstık ve biraz da cips…

Sever bizi, güvenir ve hala yazar bu arada. Üniversite dönemimde aileme yük olmamak için, o dönem hasta olan bakkal abinin dükkanında alıyorum soluğu. Benim işe onun da bir elemana ihtiyacı var. Neyse alınıyorum işe ve ertesi sabah erkenden evinde bulundurduğu sigaraları ve bozuk paraları almaya gidiyorum ona. Bakkala vardığımda anahtarı dükkanın kapısından sokup önce besmelemi çekip sonra kapıyı açıyorum.

Gel zaman git zaman gün içinde sıkılmaya başlıyorum yalnızlıktan. Sakın bakkal işletmeciliğini küçük görmeyin, bence en zor mesleklerden birisidir. Sabahtan akşama kadar çalışmaktan tutun da hafta sonlarını bile bekleyip yapamadığınız tatillerinizi düşünün. Kötü bir meslek cidden. Bir de buna gün içinde dört duvar arasında yalnızlığı da ekleyecek olursak insan patlamaya hazır bomba gibi hissediyor kendisini.

Önceleri arkadaşlarım geliyordu. Sonra onlar gelmeyi azalttı ve ben uğraş bulmaya çalıştım. Kitap okuyordum, kahve yapıp içiyordum. Misafirlerime de yapıyor sohbet ediyordum. Babaannemin vaktinde aldığı ve benim ilk emektarım Arçelik marka laptopumu alıp gidiyordum sonraları bakkala. Müşteri beklerken oyunlar oynuyordum, evde indirdiğim filmleri izliyordum. Kurtlar Vadisi Pusu’yu da sürekli takip ediyordum.

Bir süre sonra bunlardan da sıkılmaya başladım. Çünkü internet yoktu ve Facebook harika bir  sosyal medyaydı. Mahallede bakkalın girişinin tam karşısında bir sitede yine o dönem bir kardeşim oturuyordu. Onunla konuşup evinden yakaladığım wireless’in şifresini isteyip ortak kullanmaya başladık neti ve artık burada da internetim vardı.

Bir gün gerçekten beklemediğim bir şey oldu, resmen sürpriz yaşadım. Uzun zamandır görüşmediğim aynı sitede çocukluğumuzu geçirdiğimiz arkadaşım Eser’le tesadüfen bakkal sayesinde karşılaştık. Ona  kahve yapıp tabureyi uzattım. Uzunca sohbetimizden sonra kalkmadan evvel bana yerli dizileri bırakmamı İngilizce’mi geliştirmek için alt yazılı yabancı dizi takip etmemi önerdi. Hem süreleri azdı hem de kaliteli yapımlardı. Bakkaldan çıkmadan önce korku filmlerine ve kitaplarına olan tutkumu bildiğinden dolayı  gerilim ve korku temalı bir dizi önerisi olmuştu. “Supernatural”

İşte bugün, ergenlik yaşımdan epey uzaklaşmış olsam bile benim için efsaneleşen bir diziden bahsedeceğim sizlere. “Supernatural”.

Kardeş, arkadaş, anne ve baba… Kısacası bir aileyi dizinin içinde parçalayıp tekrar tekrar birleştirmeye çalışmak. Bunlar içinde en korkutucu unsurları izleyiciye iyi bir oyunculukla yansıtmak, hakikaten zor ve yetenek gerektiren iştir. Önce yaratıcısı Eric Kripke ve farklı bölümlerdeki senaryolarda  kimin parmağı varsa her birini tebrik etmek lazım.

Peki bu diziyi bu kadar popüler yapan neydi?

Hiç kuşkusuz senaryosunun muazzam olması dışında birbirinden farklı iki kardeşi canlandıran Jensen Ackles ve Jared Padalecki’ in göz dolduran oyunculuğu dikkatleri fazlasıyla çekiyor. Diziyi popüler yapan olay da tam olarak bu iki karakter sanırım. Sam ve Dean Winchester kardeşlerin hikayeleri.

Birbirlerine çabuk sinirlenen, tartışan, kavga eden ve her defasında kucaklaşarak bizlerin içini ısıtan bir performans sergiliyorlar hemen her bölümde. Kardeşliğin gerçek anlamdaki hislerini insanın iliklerine kadar işliyorlar, izlerken öyle anlar geliyor ki dur sana bir  sarılayım kardeşim diyorsunuz. Off bir de şu “Carry on wayward son” parçası yok mu? Her şeye noktayı koyuveriyor. Her neyse dizi müziklerinden de birazdan bahsedeceğim.

Her hikayenin konusu olduğu gibi Supernatural (Doğaüstü)’in de güzel bir konusu var. Sam henüz bebek iken annesi tavana asılı bir halde sarı gözlü şeytan tarafından yakılarak vahşice öldürülür. Dean ,yani ağabeyi, kardeşini kaptığı gibi evden dışarı çıkarır. Bu olaydan sonra baba kendi imkanlarıyla eşinin intikamını almak için bu şeytanın peşine düşer. Artık çocuklar ufak yaşlarından itibaren yalnız başına büyümeye başlar. Hikayenin belirli bölümlerinde baba John Winchester’i görsek bile oğullarıyla çok zaman geçiremediğine de tanık oluyoruz. Yaşları ilerledikçe bu iki kardeşin kumar, kimlik ve kart dolandırıcılığı yaparak geçimlerini sağladıklarını öğreniyoruz.

Ve gel zaman git zaman bir gün bir ayrılık oluyor aralarında bu iki kardeşin. Dean, babasının yolundan giderek en iyi olduğu işi “avcılığı” yapmak istiyor. Sam ise her şeyden uzaklaşıp üniversite okumak için pılını pırtını toparlayıp ağabeyinin ve babasının yanından ayrılıyor.

Her şey harika, her şey mükemmel gidiyor derken babasının 67 model siyah Impala arabasıyla ağabey, kardeşinin karşısına çıkıyor. Sam’in güzel yaşantısını bozmak istemeyen Dean, babasının çıktığı avdan uzun süredir dönmediğini söyleyip bir arama işi teklif ediyor. Sam, bu teklife sıcak bakmasa da babası için son bir kez işi kabul ediyor. Aslında yaptıkları bu yolculuk onları geçmişe götürse bile uzun yıllardır kaybettiği yılların acısını da çıkartıyor bir yerde.

Arama işi başarısız geçtikten sonra Dean, kardeşini çok özlediğini, eğer bir gün avcılığa dönerse onu her zaman beklediğini söylüyor. Güzelce sarılıp vedalaşmadan sonra Dean yola koyulurken Sam de kız arkadaşını daha fazla bekletmeyip odasına çıkıyor. Kapıyı usulca araladıktan sonra gördüğü manzara karşısında şoka uğruyor. Kız arkadaşını seneler önce aynı annesi gibi vahşice öldürülmüş buluyor. Dean’in beklemediği telefon anında çalıyor ve Sam Winchester, ağabeyi gibi avcılığa dönüş yapıyor.

Her bölüm farklı bir olay, yapılan her işin ödenecek farklı bedelleri var üstelik bu dizide, dile kolay on beşinci senesine girdi ve üzülerek söylüyorum bu sene finali olacak. Umarım uzun süredir takip eden biz hayranlara ve izleyicilere kötü bir sürpriz yapmazlar. En azından ben iyi bir final beklentisi içindeyim.

Supernatural, 13 eylül 2005’te Amerika’nın The WB kanalında başladı ve sonrası The CW kanalıyla gidiyor final sezonu olan on beşinci sezonuna. Supernatural’ in süresi 40-50 dakika arası olsa bile umarım finalini şöyle uzun metrajlı yapıp sona erdirirler. En azından bunu hak ediyor bu dizi.

Müzikler, evet teması ilgi uyandıracak ve diziye yakışacak müzikleri sanırım Dean Winchester karakteri seçmiş olması lazım. Jeneriği Kansas’tan tutun da  Deep Purple, Metalica ve Jen Titus’a kadar bir çok sanatçının müzikleri kullanılmış dizide. Benim favorim Carry on Wayward Son ve Rock of Ages parçalarıydı. Tabi dizideki ölüm karakterinin diziye ilk giriş yaptığı anda parçada ki O’ death sözleri ve melodisi sahneyi her hatırladığımda bir kez daha kulaklarımda yankılanıyor.

Umarım dizi hayranlarını üzmez ve umarım bu yazım, okur ve yazar arkadaşlarımın dikkatini az da olsa çekmiştir. İnşallah  içinizde bir yerlerde “Supernatural” ilgi uyandırabilmiştir. Eğer uyandırabilmişsem ne mutlu bana.

Son sözüm, emektar saydığım dizimin bitecek olmasına üzülsem bile her zaman en kötü sayılacak anlarımda (itiraf etmek gerekirse) bana mücadeleyi bırakmamam adına verdiği mesajları hiçbir zaman unutmayacağım. Pek de sıradan değilmiş sanırım, hayatımda özellikle yetişme çağlarımda anlamlı bir yer edinmiş bu dizi. Bunun için Eser’e sonsuz teşekkür ederim.

“Hoşça kal  Supernatural!”

Facebook Yorumları