İlayda’nın Şiiri: Kim Sonsuza Kadar Yaşamak İster Ki

I

İstanbul yolundaki geniş deri koltuklarda sürüklenen ve ete yapışan taşak kokusunda bütünleşen çirkin ruhları sonsuz geceye itiyorum, yüksek bir bahçe duvarından aşağı itiyorum hepsini, boğazımda akışkan hastalıklı bir balgam silsilesi ve ağlamayan bir bebeğin tüm halüsinasyonları düğümleniyor

Otuz yılın vaazını veriyorum sırt çantasının içinde – çarpışan tankların arkasında işerken polis ışığına saplanmış kızlarla burun buruna geliyorum, çürümüş adımlarıyla ötmeye başlıyor yıldız sikiciler, içlerinden biri ışığın boşalmak üzere olduğu söylüyor ve sonsuz geceye itiliyoruz bahçe duvarının üzerinden

Fırlattığım sigara henüz yere çakılmamışken cadde vitrinlerinde parıldıyor bir trafik lambası gibi ve kronik mastürbasyonlu bir yangın merdiveni topal bacağının üzerinde sekiyor – hayallerimden birinin gerçekleştiğini seziyorum, ya da gerçekleşmek üzere olduğunu, sanki benim için bekliyor bu şiir

Ki biz puslu ve sonsuz gecenin içinden çıkagelen şarlatanlar, artık genç ya da yaşlı olmayanlar, bir düşteki başsız çiçekler, nikahsız ilahiler ve fotoğrafı çekilmişse karadeliğin ardını düşleyenler, Poe’nun evreninden çıkıp gelen bir kasvet abidesini öpüverenler göğüs uçlarından: hangimizin gözlerinde yok ki karanlık – ne olduğunu hiçbir zaman söylemediniz

Ancak ben söylüyorum kusursuzca: ikiye bölünen bir geceye uyanıyorum, camı kaydırıyorum gitarda ve geriye dönüp bakacaklar için blues; “kimse umursamadığında… hakkında düşünmediklerinde… geriye dönüp bakacak mısın… (hımhım-hımhım) beklememelerini söyleyecek misin, arkadaşlarına… (hımhım-hımhım) dua etmeye başlayacak mısın… İlayda’nın şiirini yazacak mısın… (hımhım-hımhım) blues hep olacak mı…”

Ve karanlık yanıyor pencerenin dışında, ikimiz için yolu belirliyor tavrın ve ne kadar süredir yalnız olduğunu sorguluyorum, çünkü artık yanında olmadığımı biliyorsun – birlikte gülüştüğün liseli bozması kızların cebine bırakıyorum esrar külünü, hepsi hakkımda birkaç çirkin şey biliyor, boynumu milyonlarca defa kırıyorum bu urganla, bıkkınlıkla taslaklanmış sokak kadınlarını es geçiyorum

Fakat dur! Gözetleme deliğinden gördüklerinle düşünüp durma, çünkü iyi notalar göt korkusundan ötürü saklanmış durumdalar, diş gıcırtılı sözcüklerimin arkasına – tüm bu ruhunu kazıyan kuşkular seni zehirlemeden ve uyanmadan öleceğin düşlere sürüklemeden önce çalan zile ayaklan; ikimiz için yolu belirliyor tavrın ve bekleyip durmak canıma okuyor

Artık genç ve yaşlı olmayan parıltılar bizimle birlikte ölüyor, birkaç hafta sonra terk etmiş olacağım şehri ve geri döneceğim meçhul -durmamı söyle lütfen- bu yüzden bir şey söylemek zorundasın ve hem kendini hem de beni düşünmelisin – tam da şu an bir şeylerden vazgeçmek zorundayım, konuşacak olursan eğer, senden ya da senin dışındaki her şeyden, çünkü kişisel feryatların sessiz iç çekişlerinde sıkışıp kalıyor şiirlerimiz, yalnızca seninkisi ve yalnızca benimkisi, tercihen ölümsüzleşiyor acılar, gerçekten benimle olmak istiyor musun diye umutlanıyorum, tek kişilik fırınlarda kızarmaya karar vermeden önce

Gerçi sen yoksun

Hangi şekle büründüğümü bilmeden geziniyorum boş mezarların kıyısında, çok uzun zamandır, ne kadar akıllandıysam bir o kadar da sıyırdım, tüm maymun iştahlı sarhoş şairler gibi hepsinden tattım, mutluluk da tamam keder de – anahtarı nehrin derinliklerine saklanmış haz ötesi bir yaşamdı benimkisi, ancak şimdi bir kanun kaçağı ya da keş değilim; sahip olduğumun hepsi bu olsa da veya beni her seferinde bilinmez alışkanlıklarımla baş başa bıraksan da yağ bezesinden sıyrılırcasına çukurlaştım

Tüm bu güruhlardan ayrılırken yapışkan yerlerinden yırtılan aitliğimi porselen gözlerine çevirdim – gerçekten benimle olmak istiyor musun diye umutlanıyorum, tek kişilik yataklarda kan ter içinde korkuyla

Ama tüm sırları çözdüm ve bitirdim oyunu, keşke söyleyebilmenin bir yolu olsa, kendi varoluşunu kutsallaştıran diğer imgelerin dışında boktan, belki üzeri paslanmış ve belki ucu bir ayaktakımı dalaveresinde kırılmış yamuk bir bıçağın kestiği sözcüklerin sahibi olsa – ancak gönlü hoş olanların tatlı uyuşukluğunda saklanıyor yaşamın neticesi

Fakat unutma, bir doz daha alırsan her şeyi yitirirsin

Gerçi sen yoktun

Ey, Muğla! Nereden baktığına göre değişir – benim yok oluşum bir aydınlanma sürecidir, şu heybetli kayalıklardan atlayabilmek için ne dağ yollarını dolaşmam gerekti bir bilsen, cebimdeki son birkaç kelimeyle ne şiirler yazdım sana – sen yoktun

Ve bunun tecrübeyle bir ilgisi yoktu, unutmaya çalıştığım utanç verici hatıralarda görünmez olursun, Hemingway’in siki tuttuğu gecede bir ateşböceği, saçlarını toplayıp bir ceylan gibi sektiğinde, aceleyle, caddeye doğru inişlerini izletirsin bana

Ancak

Ne ki bunun anlamı?

 

 

II

Eskiden gezgin olduğunu söyleyen birkaç keşin ceketinden ekşi kokular yükseliyor, ölüm sarıyor dirseğimi ve ayak sesleri kesiliyor – huzurun da korkunç olabileceğini anlıyorum sessizlikte, oysa birkaç adım atmak yeterli geliyor, ve herkesin değişebileceğini düşünüyorum, ve her şeyin değişebileceğini, dudaklarımı yırtan yalanlar söylüyorum tepkisiz, tutkal gibi yapışıyor ellerime kanlı balgam

Bombadan arda kalanlarla doyuruyorum karnımı, götü göbeği ayrı cumhuriyet şişman bir piçe dönüştüm, bu yüzdendir ki küflendikçe poşetleyip balkon demirine astığım ekmekleri kediler yırtıyor, ama konu bu değil, konu dudaklarından öpebileceğin bir parça mutluluğun canıma okuması, tabii mutsuz olduğunu varsaymak da öyle

Konu 1986 yazından göğsüme uzanan bir çift kederli el, böbreklerimin beni bir kez daha yüzüstü bırakması ve Kolombiyalı bir sürtük gibi kıvranıyor oluşum yataklarda, Freddie’nin söylediği şarkı

“Kim sonsuza dek yaşamak ister ki?”

Konu gece gezintilerinde esen tatlı rüzgarlar ve yürüyenlerin takip ediliyormuş hissine kapılmasına neden olan sürüngen yapraklar – konu tüm bunların boku yemeden evvel kutsal bir romantizme hizmet ediyor olması

Ama bir önemi yok! Artık bir önemi yok!

İçtenlikle anlatıyor yıldızlar ve kafiyelere başkaldıranların, kendi sonunu getirenlerin şarkılarını söylüyor

“Kim sonsuza dek yaşamak ister ki?”

Ve elmas lekeli dişleriyle düş katleden bir sokak köpeği beliriyor

 

 

III

Ey İlayda
Kaçırdığım ne
Ey İlayda
Neyi veremedim
Ey İlayda elveda
Şakakları yumruklanmış buğulu utançlarla
Elveda
Söylenmiş çirkin küfürlerle
Elveda
Zihnimde çözülen leşin kokusunu bastıran parfümünle
Elveda
Bir erkeği seni sevdiğimden de çok sevebileceğin korkusuyla
Elveda
Avuç içlerindeki kadınsı sıcaklıkla
Elveda
Resmi konuşmalar yaparken kopmak üzere bir tel gibi incelen sesinle
İksirli sesinle
Kendi hayatına son veren sarhoş şair sesinle
Bir siren gibi çınlayan ve geceyi serbest bırakan sesinle
İşaret parmağımın sırtıyla yanaklarını okşarken buğulanan sesinle
Atom bombasıyla haşlanan Hiroşima sesinle
Zaman kıvrımlarında mumlayanmış ihtiyar sesinle
Gençlik Parkı’nda ve muzlu eşofmanlar içinde annene yakaran sesinle
9 Haziran sesinle
Sonsuz hayallerimi kürtaja sürükleyen sesinle
Sesinle
Sesinle
Cehenneme dönüşen sensizlikle

Ey İlayda
Atladığım ne
Ey İlayda
Neyi tamir edemedik
Ey İlayda seni seviyorum
Annemin dayak yemiş kızlığı kadar usluyum ve sakinim
Seni seviyorum
Kaç gün ve kaç gece daha beklemem gerek
Seni seviyorum
Titreyen vücudunla ve terleyen avuç içlerinle
Seni seviyorum
Çıkan ateşinle, kaygılarınla ve lanet olarak gördüklerinle
Binmediğin otobüs seferlerinin duraklarınla beklerken gördüklerinle
Kapüşonumu indirmemi söylediğinde Kenan Hoca, yalnız senin gördüklerinle
Deprem hissi yaşatan kafa yapıcı hapları aldığında gecenin bir körü gördüklerinle
Gördüklerinle
Gördüklerinle
Çakmağı kaybettiğim her seferde
Seni seviyorum

Ey İlayda
Haklıydın
Ey İlayda
Kaçırdığımız ne
Ey İlayda denedik
Söylediğin üzere denedik ve olmadı
Ey İlayda denedik
Ancak denemeyi bırakmamız hataydı
Ey İlayda öpüşmek gibiydi aşkımız
İlk kez acemicedir ve hızlıdır
Hafif ıslanmış dudakların daha iyi olacağını bilemedik

Facebook Yorumları