Denizin ve gökyüzünün buluştuğu o çizgi -ufuk çizgisi- huzuru bulduğum sığınağımdır.
Yüzümü denize dönüp sonsuz boşluktaki ufuk çizgisinde ruhumun derinliklerine dalmak, bana acı veren her şeyden beni uzaklaştırır. Ne kadar uzağa bakabilirsem o kadar derinlerime iner, hiçliğime ulaşırım. O hiçlikte özüme döner, kendimi bulurum.
Fotoğraf çekmek için kendimi ne zaman sokaklara atsam farkında olmadan içimdeki ses beni sahillere götürür. O son nokta hissi veren ufuk çizgisine… Şehirden, insanların bitmez tükenmez ihtiraslarından, egolarından ve iktidar savaşlarından kaçıp o son noktaya sığınmak isterim. Bir serçenin tüneğine sığındığı gibi… Gezegenin sıfır noktasına fırlatılmışım gibi… Buruk ve soğuk bir özlem içinde… Çığlık çığlığa bir başına… İçimdeki yalnızlığın soğuk mavi renginin sesini duyarım. Huzur dolu, hüzünlü bir tek başınalık… Düşlere kendini kaptırdıktan sonra gerçeğe geri dönmem gerektiğinde müthiş bir karamsarlık ve baş dönmesi… O anlarda çektiğim fotoğraflarda kendimi okuduğumu fark ederim.
Bu fotoğrafı da böylesi anların birinde çektim. Ancak çektiğim kare; yaşadığım duyguyu, o duygu yoğunluğunu anlatmama yetmedi. Bu, dış görüntüydü. Oysa baş dönmelerimi, düşlerimle dalıp gittiğim dönüşü çok zor olan yollarımı da dillendirmeliydi. İçe dönmeli, özü anlatmalıydı. Duyguda netlik tercih edildiğinde ne anlatılmak isteniyorsa ona göre karar verilir, ona göre sunulur, kimi zaman öze inilir, ruha dokunulurdu.
Fotoğrafta duyguyu/hikayeyi ararken ruhum yoldaşım olmalı, sensörüme düşen ışık ruhumun izlerini taşımalıdır. Yaşanmışlıklarımı, yaşam tortularımı anlatmalıdır ki o fotoğraf benim olsun, beni yansıtsın. Kadrajın gerisinde fotoğrafla kendimi anlatmak…  İzleyici fotoğrafa bakacak, beni görecek. İşte tam burada soyut devreye giriyor.  Öze inmek gerekiyor. Bir tür tasavvuf…  Fotoğrafın tasavvufu…  Kadrajın içinde bedenen değil ruhen olabilmek… Orada altın oranda “bir ben var benden içeri” dercesine. Görüntüde değil de duyguda netliğin izdüşümleri…  Bu noktada fotoğrafımı güçlü kılabilmek için (bu fotoğrafta da olduğu gibi) deneysel figüratif soyutlama tekniğini kullanmayı yeğlerim. Fotoğraflarımı soyutlaştırarak biraz daha derine inip derdimi anlatmaya çalışırım.
Var olmanın farkındalığındaki acı, derinliğinden çıkılamaz yalnızlıklara bırakır insanı. Her bakışta bir mana aramak kaçınılmazdır. Peki ama bu mananın yolu/sokağı niye hep aynı durağa götürür ki beni? Neden hep hüzün arar ruhum? Aradığım kadrajda benliğimi bana yansıtacak ayna mıdır beklediğim? Kendimi nerede kaybettiğimi mi bilmek isterim? Benliğimi bulma çabası mı yoksa?  Kim bilir?
Kendimi/kendinizi bulmam/bulmanız dileğiyle hoşçakalın.
Nizamettin Elverdi
Facebook Yorumları