Bütün çocukluğum ayna karşısında geçti diyebilirim. İlk çocukluk dönemimde bütün oyunlarımı evin giriş holünde ayakkabılığın karşısındaki boy aynasının önünde kurardım. ilk gençlik dönemimde ise odama geçtiğim zaman ilk oturduğum yer aynanın karşısı idi. Ağladığımda, güldüğümde koşa koşa hemen ayna karşısına geçmek benim için normaldi. Üniversiteye gittikten sonra, bu alışkanlığımdan kendiliğimden vazgeçtikten sonra da üzerinde hiç düşünmemiştim ta ki kendi çocuklarım olana kadar. Kızlarım biraz büyüyüp birlikte oyun oynamaya başladıkları zaman ilk fark ettiğim şeylerden bir tanesi, bir kardeşle büyümenin ne demek olduğu hakkında hiçbir fikrim olmadığı idi.

İşte o zaman hatırlamaya başladım, ayna karşısında geçirdiğim günleri. Kendi kendime kurduğum oyunlardaki diyalogların tamamının replik karşılıklarının aynadaki yansımamdan geldiğini anımsadım. Sahip olduğum tek arkadaşımın benimle birlikte öfkelendiğini, benimle birlikte ağladığını, benimle birlikte sevindiğini, kısacası yaşadığım her duyguyu benimle paylaştığını hatırladım. O zaman, bir iplik parçası için bile birbirinin saçını başını yolacak kadar birbirine öfkelenen çocuklarımı gördüğümde paniğe kapıldım, ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilemedim.

Önce her zaman olduğu gibi önce kitaplara başvurdum ama maalesef ilk defa beni yüzüstü bıraktılar. Kitaplar kardeş ilişkilerinin yönetilmesi konusunda doğru düzgün bir bilgi vermediği gibi, genel çocuk yetiştirme konusunda bile son derece teknik detaylara boğulup sanki çocuk değil makine yetiştirecekmişiz gibi davranıyordu. Sanki bütün çocuklar tornadan çıkmıştı, sanki bütün sorunlar bir sit-com dizisindeki gibi giriş-gelişme-sonuç şeklinde yarım saatlik bölümlerle çözülecekti. Kitapları bir kenara attım.

Sonra, deneyimlerden faydalanmanın daha mantıklı olacağını düşünerek bir süre çevremde kardeşi olan, özellikle benim kızlarım gibi yakın yaşlarda kardeşleri olan tüm arkadaşlarımı sıkı sıkı sorguya çektim. Çocuklukta ilişkileri nasıldı, kavga ederler miydi, birbirlerini severler miydi, kıskanırlar mıydı, anneleri nasıl davranırdı, onlar annelerinin nasıl davranmasını isterlerdi, şimdi ilişkileri nasıldı, kızlarımın birbirinin gözünü oyacak gibi davranıyor olması normal miydi, ben ne yapmalıydım? Hepsinin sanki ağız birliği etmiş gibi bana söylediği tek şey şuydu: ” Ya birbirlerinin kolunu kırmadıkları sürece bırak, bi’ şey olmaz!” İnanamıyordum! Evde sürekli bir bağırış çağırış vardı ve hayatım kızlarımın kavgalarını ayırmakla geçiyor gibi düşünmeye başlamıştım. İşin kötüsü, bütün bu kavgalar, üçümüzün ayrı odalarda ağlaması ile sona eriyordu. Bu mantığı kabul edemedim. Anne olarak onları kendi hallerine bırakmak bana mantıklı gelmedi, her kavga ettiklerinde ayırdım, her kavgada hakem oldum. Gerekli yerlerde gerekli cezayı verdim, bazen ikisinin de elinden haklarını aldığım oldu. Ama hayatımız sürekli tartışmalarda sürüp gitti uzun süre.

Bir gün yine kaotik tartışmalardan birisinde o zaman 9 yaşında olan büyük kızım bana dedi ki: ”Anne, bütün bu kavgalar senin yüzünden oluyor.” Öfkeden, kırgınlıktan deliye döndüm. Ne demekti, onlar iyi olsun diye kendimi parçalıyordum ve yine ben suçluydum, öyle mi? Kırık bir şekilde ”Öyle mi? Ben mi suçluyum yani?” dedim. ”Evet”, dedi kızım. ”Sen karışmasan biz Irmak ile birbirimize bağırıp bağırıp yarım saat sonra barışıyoruz. Ama sen işin içine girdiğin zaman iş çok daha fazla büyüyor ve birbirimize daha fazla kızıyoruz, bir de üstelik daha sonra senden de özür dilememiz gerekiyor.”

Kafamdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Bana birçok kişi defalarca müdahil olmamam gerektiğini söylemiş, ama defalarca dinlememiştim. Hiç bilmediğim sularda yüzmeye çalışırken boğulmuştum. Onların arasındaki dinamiği anlamaya çalışırken aslında hiç anlamamıştım. Hala bir aynayla konuşuyorum sanmıştım.

Bir daha hiç müdahale etmedim.

Facebook Yorumları