Ailemin de klasik müzik dinleyicisi olmasından kaynaklanan alışkanlıktan olsa gerek, diğer tüm müzik türleri zaman zaman baskın olarak hayatımda yer etse de, klasik müzik benim için her zaman nihai kaçış noktası olmuştur. Her şeyden çok bunaldığım, okuduğum, yazdığım, izlediğim, yediğim şeylerin beni bir türlü tatmin etmediği nevrotik zamanlarımda sığındığım bir kucak gibi görürüm klasik müziği hep. Belki de çocukken kuruş kuruş biriktirdiğim harçlıklarımla koşarak gittiğim kasetçilerde sınırlı sayıda bulunan, üzeri kelebekli albümlerde saklanabildiğim için çoğu zaman.

Hayatımıza internetin girmesi ile tüm dünyadaki binlerce süper yetenekli müzisyene ulaşma imkanı bulmuş olmak ilk başlarda müthiş heyecanlandırmıştı beni bu yüzden. Ancak zaman içinde, bu yetenekli insanların, belki de sırf yapabiliyor olduklarını gösterebilmek adına, klasik eserleri gittikçe daha hızlı bir tempo ile çalmaya başladıklarına şahit olmaya başladım. İlk başlarda bu, kendi kulağımdaki ufak yanılsamalar gibi gelmişti ancak zaman içinde bunun bilinçli bir tavır olduğunu fark ettim. Solo performanslarda daha hızlı çalınan bu parçalar daha mekanik bir hale gelmesine rağmen çok rahatsız edici olmasa da; orkestra eserlerinde, herhangi bir ritm karışıklığı olmamasına rağmen tuhaf bir kakafoni oluşturuyor, buna rağmen hep daha fazla alkış alıyordu.

Bu konu kafamı kurcalayıp dururken, sevgili Fazıl Say, sosyal medya hesabında Claude DeBussy’nin Clair de Lune adlı eserini çaldığı bir video paylaştı. Alttaki yorumlardan birindeki dinleyicilerden birisi, DeBussy’nin kendi kayıtlarında, eseri Fazıl Say’ın çaldığından daha hızlı bir tempo ile çaldığını belirtti. Fazıl Say’ın buna yorumu da tam olarak aynı kelimelerle olmasa da şu şekilde oldu: ”Besteci besteyi yapar, yorumcu yorumlar. Bestecinin yazdığı şekilde yorumlamak zorunda değiliz ki.”

İşte bu noktada kafam oldukça karıştı aslında. Aldığım klasik piyano eğitiminde bana öğretilen şey, notada ne yazılıyorsa bire bir o şekilde uygulamam gerektiği şeklindeydi. Yorumcunun kendiliğinden eklemesi gereken ruh ancak ufak nüanslarla katılabilecek etkiler şeklinde olmalıydı ki bu da zaten yetenekli icracı ile yeteneksiz icracı arasındaki farkı belirleyen tek şeydi. Tersi bir uygulama, besteciye hakaret sayılabilirdi. Hatta klasik disiplinin bu katı kuralı beynime öyle işlemişti ki, seneler sonra şarkı söylemeye ilk başladığımda uzun süre kendime ait bir yön çizmekte çok zorlanmıştım. Şimdiyse klasik müziğin bile farklı şekilde yorumlanabileceği söyleniyordu.

Bu konu üzerinde biraz daha kafa yorduktan sonra klasik müziğin bile artık global dünya düşünce yapısına ayak uydurduğuna karar verdim. Kendi döneminin asi dahisi Mozart bugünlerde yaşasaydı herhalde bu sisteme ilk ayak uyduracaklardan olurdu diye düşündüm sonra. Artık kimse duvarlar istemiyor, gençler sistem dayatmalarını kabul etmiyor. Karşılarında dikte eden ve parmak sallayan yaşlı adamlar istemiyorlar. Kemanlarını alarak istedikleri konçertoyu istedikleri hızda, istedikleri nüansla, belki de sokaklarda çalmak istiyorlar.

Klasik müzikte de olsa…

Yaşasın Özgürlük!

 

Facebook Yorumları