“Bu, dünya üzerinde benim için kalan hayatın, insan zihnine ve doğanın bütünlüğüne karşı duyduğum güvenin ve zihinsel huzurumun sonuydu. Bu soluk gezegenin böyle şeyler yaratmış olması, insan gözlerinin gerçekten, objektif deri olarak gördüğü, önceden yalnızca ateşli hayallerde ve belirsiz efsanelerde bildiği şeylerin var olması mümkün müydü?”

 “Innsmouth Üzerindeki Gölge”

 

“Yürüyen şeylere bakamayacaktım. Ölü müzik ve ölü adım sesleri arasında gıcırdayan eklemlerini ve azotlu hırıltılarını duyduğum sırada buna karar verdim. Konuşmamaları çok merhametli bir şeydi… Fakat Tanrım! Deli meşaleleri devasa sütunların yüzeyine gölge düşürmeye başlamıştı. Tanrım bu gölgeleri yok et! Hipopotamlar insan ellerine sahip olmamalı, meşale taşımamalı! İnsanların timsah kafaları olmamalı…”

“Piramitlerin Altında”

 

  1. GİRİŞ

 

Lovecraft! Çocukluğumda bu ismi ilk duyduğumda ne kadar güzel, özgün, fonetik olduğunu düşünmüştüm. 1890 doğumlu Howard Phillips Lovecraft, Amerikalı korku yazarı, soyadının zıttı bir rotada tamamen sevgiden yoksun bir evren kurdu oysa öykülerinde. İçe kapanık, okült ve fantastiğe meraklı, agnostik (bazılarının sandığı gibi ateist değil) yazar; yaşamı boyunca on binlerce de mektup yazmış. Öykülerinin yanında mektupları da fanları tarafından ayrı bir inceleme konusu oluşturmakta onu tanımak için. Elbette günümüzde asıl önemi, fantastik kurgularından ve yarattığı dehşetten geliyor. Mektup, şiir ve inceleme yazıları gibi farklı tarzlarda yazmış olsa da onu Lovecraft yapan, şüphesiz ki öykü ve novellalarıdır. Bu ikincisi, sadece birkaç tanedir ve aslen kısa öyküler yazmıştır. Hayatı boyu 100 civarı fantastik kurgu öyküsü yazan (diğer tarzdaki yazıları haricinde) Lovecraft, yaşarken yalnızca tek bir tanesinin (Innsmouth Üzerindeki Gölge) kitap olarak basıldığını görebildi. Bugün, çağdaş korku kitaplarından sinemaya, bilgisayar oyunlarından müziğe kadar birçok alanda derin etkisi olan yazarın, hayattayken tüm öykülerinin Weird Tales denilen ucuz bir dergide basılması; hayatı boyu maddi problemlerle uğraşması ironik. Tarih bir kez daha yetenekli bir sanatçının canını almadan onun etkisini dünyaya yayamamış. (Poe, Kafka vb. gibi).

 

Annesi tarafından çirkin olduğuna inandırılan Lovecraft, asosyal bir hayat sürmüştür. Çok küçük yaşlarda doğaüstüne merak duymuş; “Bin bir Gece Masalları” başta olmak üzere klasik eserler, mitoloji, bilim (özellikle kimya) kitapları okumuştur. Liseyi terk eden Lovecraft, yalnız-içe kapanık ve kendi kendisini yetiştirerek yaşamıştır.  Buna rağmen özellikle mektuplar aracılığıyla yakın dostluklar kurmuştur. Robert E. Howard, Henry S. Whitehead, August Derleth ve Clark Ashton Smith, bunlardan en bilinenleridir. Asosyal olmasına rağmen bol bol gezi yapan ve gezi yazıları da bulunan Lovecraft, kısa süreli bir evlilik de (2 yıl) yapmıştır. Irkçı yönleri olduğu eleştirilen yazarın evliliğini Yahudi bir kadın olan Sonia Green ile yapması da hayatındaki bir diğer ironidir. Yazar, 1937’de bağırsak kanserinden hayatını kaybetmiştir.

 

  1. ÖYKÜLER HAKKINDA

 

  • Kozmoloji, Karakterler, Tarz ve Temalar

 

Lovecraft’ın öykülerinin büyük bir bölümü birbiriyle ilişkilidir ve bir bütünlük sergiler. En meşhur öykülerinden olan “Cthulhu’nun Çağrısı”nın da dâhil olduğu ve yazarın öykülerinin yaklaşık %40’ını oluşturan ilk gruba kozmik dehşet öyküleri demeyi uygun buluyorum. Bu öyküler her ne kadar günümüzde Cthulhu Mitosu olarak adlandırılsa da yazar kendisi Arkham Döngüsü olarak tanımlamıştır. Öykülerin birçoğu Arkham denilen, balıksırtı çatıların uzandığı kasvetli bir kasabada geçer. Aslında Arkham’ın, geçmişte cadı yakma olaylarıyla kötü şöhrete sahip Salem olduğu söylenmektedir. Ancak, kozmik dehşet öykülerinin bir kısmı gezegenimizdeki farklı coğrafyalara da yayılır: “Deliliğin Dağlarında” – Antarktika, “Piramitlerin Altında”– Mısır, “Elektrikli İdam” – Meksika vb.

 

Bu öykülerin ana teması insanlık dışı varlıklar ve onlar hakkındaki yasak bilgidir. Lovecraft’ın fantastik imgeleme en büyük katkısı, bugün “yaratık” olarak bildiğimiz ve kendisinden önce mitoloji hariç yazın tarihinde öncülü olmayan varlıklar tahayyül etmiş olmasıdır. Lovecraft’tan önce korku/fantastik yazında ruhlar, periler, vampirler vb. görürüz ancak hayal gücümüzü zorlayan tasarımlarla türlü türlü devasa ve korkunç yaratıklarla bizi Lovecraft tanıştırır. Yazar, yaklaşık 5 düzine tanrı-yaratık yaratmış ve hepsine farklı özellikler atfetmiş, bunları ırklara ayırmıştır. Ancak, Lovecraft’ın ana amacı hiçbir zaman sistematik bir FRP malzemesi yaratmak değildi. Her ne kadar “Yüce Eskiler” (Great Old Ones), “Dış Tanrılar” (Outer Gods) gibi farklı isimlerle kategorilendirilmiş bir kozmoloji yaratsa da bu sistematik esasen kendisi öldükten sonra başka yazar-çizerler tarafından şemalandırılmış ve yaratıkları sayısız kez tasarlanmıştır. Lovecraft, hiçbir yaratığını çizmedi. Bunun yerine onları ince ayrıntılarıyla gözümüzde canlandıracağımız şekilde tarif etti. “Dunwich Dehşeti”ndeki Yog-Sothoth’un tarifine bir göz atalım:

“Bir ahırdan büyüktü. Kıvranan iplerden yapılmıştı. Tüm vücudu yumurta gibiydi, düzinelerce ve adım attığında yarısı kapanan domuz kafasına benzeyen bacakları vardı. Katı bir yanı yoktu, jöle gibiydi. Her yanında büyük pörtlek gözler vardı. İki yanında da on ya da yirmi ağız vardı, hepsi soba borusu büyüklüğündeydi, açılıp kapanıyorlardı. Gri renkliydi ve üzerinde mavi ya da mor halkalar vardı…”

 

Gözümüzde canlandırmamız ve dehşet duymamız oldukça kolaydır. Lovecraft,  kozmolojisini, öykülerine serpiştirdi. Özellikle “Bilinmeyen Kadath’a Düş Yolculuğu”, “Deliliğin Dağlarında”, “Zamanın Dışından Gelen Gölge” gibi novellalarında kozmolojisi hakkında bilgiler ediniriz.

 

Lovecraft, korkuyu, bizi korkutanı bu “korkunç yaratıkların” görünüşüyle yapmaya çalışmıyordu elbette. Başa dönecek olursak kozmik korku öykülerinde bizi asıl korkutan şey, öğrendiğimiz zaman evrende bildiğimiz tüm mantığı aşan, öğrenmememiz gereken, aksi halde bizi delirtecek olan ezoterik kadim bilgilerdir. Bu bilgilerin yapısını şöyle sıralayabiliriz:

 

  1. Evrende tek ve iyi bir tanrı gibi mutlak bir güç yoktur. Birçok korkunç tanrı ve yaratık vardır ve bunlar farklı boyutlarda yaşamalarına rağmen dünyayla bağlantıları vardır.

 

  1. Evren, insana kayıtsızdır. Tüm varlık kozmolojisinde, insan oldukça değersizdir ve bu dünyada insanlar var olmadan önce kadim varlıklar gelmiş, onların arasında savaşlar olmuştur. İlk insanlar eski kadim tanrılar tarafından onlara hizmet etmesi için yaratılmıştır.

 

 

  • İnsanlık tarihinde bu bilgileri bilen çok az insan vardır ve gerek büyüyle gerekse kazara başka boyutlara açılan kapılar ya da uyandırılan yaratıklar, dünyaya dehşet saçabilir.

 

Bu öykülerin pratagonisti genelde benzer özelliklere sahiptir. Lovecraft’ın kendisi olma ihtimali yüksek olan karakter materyalist, bilimsel bilgiye güvenen, mantıklı ve sabırlı, yetişkin bir erkektir. Doğaüstü konulara şüpheyle bakar ve bilime güvenir. Fakat olayların sonunda öğrendiklerinden dehşete kapılır, çoğunlukla delirir. Bize bu olayları birinci ağızdan aktarır genellikle. Bizi ikna etmek için çabalar ve başından da uyarır: “Bu anlatacaklarımı dinlemeyin, bu metni yakın, söyleyeceklerimi kimse öğrenmesin, kaldıramazsınız!” gibi. Yazar, öykülerinde insanoğlunun bilimsel bilgisiyle insanı aşan gerçekler arasındaki farkı vurgular. Cthulhu’nun yattığı R’lyeh şehrinde Öklid dışı geometri, orada olmaması gereken açılar vardır örneğin. Yüze yakın Lovecraft öyküsünden aklımızda isim olarak kalan insan karakter yok denecek kadar azdır. Benim aklımda 5 öyküde adı geçen Randolph Carter, “Innsmouth Üzerindeki Gölge”deki sarhoş denizci Zadok Allen, “Diriltici” (Re-Animator) Herbert West, “Erich Zann’ın Müziği” ve “Pickman’ın Modeli”ndeki öykü isminde de adları geçen karakterler kaldı sadece. Bu da Lovecraft’ın öykülerinde insanın değersizliğinin bir göstergesidir. Oysa olaylar ve yaratıklar aklımızda şiddetle yer eder. Lovecraft, bizi uçurumun kıyısına götürür ve oradan aşağı atar. Öykülerde diyalog dahi yok denecek kadar azdır. Lovecraft insanlar arası diyalogla ilgilenmez. Bu da kendi hayatındaki asosyalliğin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Nitekim Lovecraft, 1926’da şunu yazmıştır:

 

 “Toplumdan uzak yaşayan bir kimseyim ve insanlarla çok az münasebetim var. İnsanlar çoğunlukla beni sinir ediyorlar. Çok nadiren aksi durumla karşılaşıyorum.”

 

Öykülerin çok azı üçüncü ağızdan anlatılır, genelde birinci kişi, yaşadığı dehşeti bize şimdiki zamanda aktarır. Sevgi, aşk, romantizm ve kadın karakterler de hemen hemen hiç yoktur.  Ancak, cinsellik yoktur diyemeyiz. Arka planda insanlarla farklı doğaüstü ırkların çiftleşmesinden doğan melezler vardır. Bunların en iyi örneklerinden birisi Innsmouth’lu insanlardır. Deep Ones’larla çiftleşmiş ve melez bir ırk ortaya çıkarmışlardır. Ancak Lovecraft’ın erotik bir öyküsü de vardır. Ölüm itkisinin yoğun hissedildiği ve ana karakteri bir nekrofilyak olan “Sevilen Ölüler”, yasaklanmış ve genelde yayımlanan kitaplarında bulunmayan bir öyküdür.

 

Cthulhu, ahtapota benzeyen kollara sahip, insanların onu uyandıracağı güne kadar okyanusun dibindeki batık R’lyeh şehrinde uyuyan ve insanların rüyalarına girerek kendine tarikat oluşturan bir tanrıdır. Şu an günümüzde dünyada bazı yerlerde gerçekten Cthulhu’ya inanan tarikatların olduğu iddia edilmektedir. Lovecraft, deniz ürünlerinden ve onların kokusundan nefret ederdi. Yaratıklarının bazılarının kokuşmuş, iğrenç denizel canlılar olması bu yüzden olabilir. Örneğin: Dagon ve Deep Ones. Bazı kozmik dehşet öyküleri de deniz kıyısında ya da üzerinde geçer. “Martin Kumsalı’ndaki Dehşet”, “Gece Okyanusu” ve “Yaklaşan Kaos” gibi öyküler de buna örnektir.

Kozmik dehşet öykülerinde genellikle öykünün ana karakteri bir Lovecraft yaratığı/tanrısıdır: “Cthulhu’nun Çağrısı” – Cthulhu, “Dagon”- Dagon, “Innsmouth Üzerindeki Gölge”- Deep Ones, “Deliliğin Dağlarında”- Yog Sothoth, “Charles Dexter Ward Vakası” – Shoggoth, “Yig’in Laneti”-Yig bazı örneklerdir. Bunun dışında bazı öykülerinde de bu yaratıkların birçoğunu bir arada görürüz. Örneğin; “Tepe”, “Bilinmeyen Kadath’a Düş Yolculuğu” gibi. Bazı öykülerinde de direkt mitolojik karakterleri kullanmış ve kendi kozmolojisine katmıştır. “Hipnoz” öyküsü bunun iyi örneklerindendir. Öykü ayrıca Poe ve Freud’a göndermeler de içerir. “Piramitlerin Altında” adlı öyküsünde Sfenks ve diğer Mısır Mitolojisi etkileşimli yaratıklar boy gösterir. “Ağaç” adlı öyküsü ise tamamen klasik mitlerin sahnesinde geçer ve bu konuda tek öyküsüdür. Bazı öykülerinde de karakterler farklı kapılar açıp bu dünyaya gelen anlam veremediği bir sürü irili ufaklı havada süzülen ve anlamsızca devinen varlıklardan bahseder. Bunların en iyileri “Ötelerden” ve “Uyku Duvarının Ötesinde” öykülerinde görülür. Uyuşturucu sanrıları mı yoksa gerçek mi karıştırırız bazen bu durumları ki bazı öykülerde açık açık içine kapanmış asosyal ve uyuşturucu maddeler kullanan karakterlerle karşılaşırız. Çığırından çıkan bilimsel deneylerle de aynı belalara bulaşılır. “Ay Bataklığı” adlı öyküdeki, flüt ve davul kakofonisinin eşlik ettiği, bataklık üzerinde ay ışığı altında hoplayıp zıplayan grotesk figürlerin anlatıldığı sahne, bahsedilen durumun esrik ve ekstrem bir noktasını oluşturur. (Bunu okurken arkaya bir kaotik black metal albümü iyi gider). Evrenin insana kayıtsızlığının iyi bir örneği de ilk dönem öykülerinden ve belki de en kısa öyküsü “Hafıza”dır. Öyküde uzak gelecekte bir vadi cini, yıkılıp gitmiş kalıntılara bakarak eskiden o kentlerde yaşayan ve insan denilen varlıkları hatırlamaya çalışmaktadır. Müthiş bir hayal gücü!

 

Kozmik dehşet öyküleriyle bağlantılı bir alt tür olarak paranteze alabileceğimiz fantastik ortamlar/kentlerde geçen öyküleri de özellikle çoklu varlıklarla karşılaştığımız diğer bir türdür. Korku olmayan bu fantastik düşsel öyküler de tüm Lovecraft öykülerinin yaklaşık %15’ini oluşturur. Özellikle, Lovecraft’ın kurgusal evreni diyebileceğimiz Rüya Diyarı’na (Dreamland) Randolph Carter’ın yolculuk yaptığı “Bilinmeyen Kadath’a Düş Yolculuğu”, “Gümüş Anahtar” gibi öykülerde birçok tanrı/yaratıkla karşılaşırız ve bu novellalar, diğer birçok öyküye göndermeler içerir. Bu tarz öykülerde yazarın mekânsal yaratılarındaki, tasarılarındaki başarısını da görürüz. Tasvir ve betimlemelerin iyi örneklerini gördüğümüz “Celephais”, “Polaris”, “Adsız Kent”, “Deliliğin Dağlarında”, “Sarnath’a İnen Ölüm Hükmü” gibi öykülerinde rüyasal kentler ve yapılar bizi büyüler. Yazarın birkaç öyküsünde farklı coğrafyalarda geçen Leng Platosu ile birlikte Sarnath, Kadath, Dylath-Leen, Oriab ve Ulthar; bunlara örnek olarak verilebilir. Özellikle “Iranon’un Yolculuğu” adlı öykü Tolkien’den bile önce diyar fantazyasına ilksel bir örnek olarak gösterilebilir. Iranon adlı sarışın ozan, Tolkien’in elflerine zorlayarak benzetilebilir. Lovecraft’ın düşsel âlemleri kurgularken yazar Lord Dunsany’den etkilendiği belirtilmektedir. Yıkılan kentler ve çöken uygarlıklar temasıyla da bu öykülerde karşılaşırız. “Adsız Kent” adlı öykü bize insansız ve yıkılmış, tüyler ürperten kalıntıların atmosferini sunar. “Deliliğin Dağlarında” adlı en uzun novellalarından birinin öncülü sayılabilecek bu öyküde, Lovecraft’ın en ünlü cümlelerinden birisini buluruz ayrıca:

 

“Sonsuza kadar yatabilen ölü değildir ve tuhaf uzak çağlarda ölüm bile ölebilir!”

 

Kozmik dehşet öykülerinde bazen karakterin “IA! SHUB NIGGURATH! BİN EVLATLI KEÇİ!” ya da “IA! IA! CTHULHU FHTAGN!” diye farklı bir dilden ayinsel sözler ettiğini duyarız. Lovecraft, kultistlere etkili ibadet sözleri vermiş gibi görünmektedir. Hatta uzun halini yazalım: “ıä! ıä! cthulhu fhtagn! ph’nglui mglw’nfah cthulhu r’lyeh wgah’nagl fhtagn!”. Tercümesi: “Evi, R’lyeh’te Cthulhu, düş görerek bekliyor!” şeklindedir. “Cthulhu’nun Çağrısı” öyküsünün kendisi de dünyada çeşitli yerlere yayılan Cthulhu tarikatının sırlarını açığa çıkarır. Geometrinin sınırlarının zorlandığı finalde de R’lyeh’e yanlışlıkla giren denizcilerin akıbetini yaşarız. Bu kozmik dil konusunda etkili örneklerden birisine de “Dunwich Dehşeti”nde rastlarız:

 

“Ygnailh… ygnaih… thflthkh’ngha… Yog-Sothoth… Y’bthnk… h’ehye – n’grkdl’lh… Eh-y-ya-ya-yahaah – e’yayayaaaa… ngh’aaaaa… ngh’aaa… h’yuh… h’yuh… HELP! HELP! ff-ff-ff-FATHER! FATHER! YOG-SOTHOTH!”

 

Boşluktan gelen bu korkunç sesler, birilerinin dünya dışı varlıklar tarafından zihinsel ya da ruhsal olarak ele geçirilip işkence çektirilerek öldürüldüğünü düşündürtür ve tüylerimizi diken diken eder. Yazılanların nasıl telaffuz edileceği konusunda da kendimizi denemeden edemeyiz. Yukarıdaki cümleler bilinmez ama Cthulhu kelimesinin telaffuzu konusunda Lovecraft, 1934 yılında Duane W. Rimel adlı bir amatör yazara yazdığı mektubunda şöyle demektedir:

 

“Cehennemdeki varlıklar, insanların sahip olduğu ses organlarına sahip değiller ve onların çıkardıkları sesler ve telaffuzlar, bizim aşina olduklarımızdan çok farklı. Bu yüzden bir insanın bu sesleri telaffuz etmesi de çok mümkün değil. Cthulhu’nun okunuşu, insanların söyleyebileceği en yalın haliyle ‘Khlûl’-hloo’ şeklindedir. Kelimenin ilk bölümü gırtlaktan ve sert bir şekilde söyleniyor.”

 

Kozmik dehşet ve fantastik âlemler öykülerinin dışındaki öykülerde kategorilendirebileceğimiz ikinci türe mezarlık ve ölümden geri dönüş öyküleri demek istiyorum. Öykülerin yaklaşık %20’sini oluşturan bu tarzda, yazarın en önemli esin kaynağı olan Poe’nun etkisi görülür.  Ancak, Poe ne kadar trajik ve romantikse, duygusalsa; Lovecraft da bir o kadar duygusuz, kötücül ve vahşidir. Bu öykülerin en bilinenlerinden “Herbert West: Diriltici” (Re-Animator), öyküde ismi geçen karakterin bir nevi Frankenstein rolüne bürünerek, geliştirdiği ilaçla ölenleri tekrar yaşatmaya çalışması sonucu kontrolden çıkan olayları anlatır ve bir zombi atmosferine girer öykü. Dehşetli ve korkunç sahneler oldukça vurucudur. Lovecraft’ın öykülerinin önemli bir kısmında genellikle final cümlesi dehşeti zincirlerinden koparan, bizi nakavt eden cümlelerdir. Bu öyküdeki alt bölümlerin final sahneleri de bunun iyi örneklerindendir. Fakat bunun en iyi örneği belki de ilk dönem öykülerinden, bir başyapıt olarak gördüğüm “Yabancı” (Outsider) adlı öyküde görülür. Topluma yabancılaşma, eğlenen dünyadan dışlanma gibi temalarla alt metinlerini genişletebileceğimiz kısa ama vurucu öyküde bilinmeyen, ana karakterin kendisi yani okuyucu olarak bizizdir. Dışarıdan gelen korkunun tam kalbindeyizdir burada. Kurgusal bu ayna, müthiş bir fikirdir. Yine “Pickman’ın Modeli”, finalde bize çığlık attıracak kadar güçlü bir son cümleye sahiptir. Bu, vurucu son cümle yapısının diğer iyi örnekleri: “Mezardan Çıkarılmış”, “Simyacı” ve “Mağaradaki Yaratık” olarak sıralanabilir. Ölümden geri dönüş, korku edebiyatının en meşhur temalarından biridir elbette. “Charles Dexterd Ward Vakası”, en uzun öyküsüdür, romana yaklaşır. Burada da büyü ve mezardan geri dönüş temaları hâkimdir. “Soğuk Hava”, “Mezar”, “Mezarlıktaki Dehşet” gibi bir dizi öyküsü bizi mezarlıkların gotik atmosferine ve ölümün soğuk yüzüne götürür. Bu tarz öykülerinin içinde en korkutucu dehşeti de “Mezardan Çıkartılmış” adlı öykü yaşatır bize. Kendi ölümüyle yüzleşme finali, dehşetin doruk noktasıdır. “Randolph Carter’ın İfadesi” ise bizi, yazarın en çok kullandığı karakterin kısa ama vurucu ilk macerasına götürür. Mezarlıkta yeraltında yaşanan bir dehşete tanık oluruz burada.  “Sevilen Ölüler” ise bizi ölüme olan arzuyla tanıştırır.

 

Buraya kadarki öykülerle yine iç içe geçen diğer bir tema da büyü, okültizm, satanizmdir. “Cadı Evinde Düşler” öyküsünde dişi bir şeytan belirir. “Red Hook’ta Dehşet”te ise satanist Kürtler yer almaktadır. Yazarın ırkçı söylemlerine dayanak noktası olarak gösterilir bu durum. Lovecraft gerçekten de ırkçı fikirlere sahipti. Anglosaksonları diğerlerinden üstün görüyordu. Bazı öykülerinde de siyahiler ve diğer ırkları küçümseyici ifadelerle karşılaşırız. Yaşadığı dönemin bakış açısının etkisinde kaldığını söylememiz, bu yönünü savunmamıza bahane olamaz. Ancak şunu belirtmekte fayda vardır ki yazarın ırkçı söylemleri biyolojikten ziyade kültüreldir. O dönemki ileri kültürün batı olduğunu düşünmekteydi. Büyü-simya temalarından kolaylıkla, yazarın öykülerini bir diğer paranteze alabileceğimiz lanetli soy-karanlık geçmiş öykülerine geçebiliriz. “Simyacı”, “Soy”, “Merhum Arthur Jermyn ve Ailesi Hakkındaki Gerçekler” ve “Duvardaki Fareler” gibi öyküleri bu kategoriye sokulabilir. Burada bir nesil, atalarından miras kalan suç ve kaderden kaçamamaktadır. Nesli sürdürenler, işlenmiş suçlardan yer ve zaman bakımından uzakta olsalar da geçmiş onların yakasını bırakmaz. Burada, Lovecraft öykülerindeki kader temasından da bahsetmekte fayda vardır. Hemen hemen tüm öykülerinde başkarakter kaçmanın ya da olayları değiştirmenin imkânsızlığıyla karşı karşıyadır. Hatta bazen ölümün kendisi bile bir kurtuluş sunar. Lovecraft öykülerinde kanlı-gore sahneler hemen hemen yoktur. En kanlı sahneye son dönem öykülerinden çok başarılı kurguya sahip “Medusa’nın Saçları” ev sahipliği yapar. “Herbert West-Diriltici” de yapısı gereği gorevari görünse de yazarın öykülerinde kan-cinayet-gore ön planda değildir. Bazen de kaçınılmaz kötülük yalnızca başkaraktere değil, geniş bir coğrafyaya yayılır. “Uzaydan Düşen Renk”, bunun en iyi örneği ve en tekinsiz öykülerindendir. Diğer korku yazarlarındaki gibi periler, vampirler, seri katiller de bulamayız Lovecraft öykülerinde. Ancak, bazı öykülerine mekân olarak tekinsiz evleri seçmiştir ve açığa çıkan korkunç gerçeği, evlerin sakladığı sırlarda buluruz. “Sis İçindeki Tuhaf Yüksek Ev”, “Evdeki Resim”, “Sakınılan Ev” ve “Adlandırılamayan” adlı öyküleri bunlara örnektir. Sonuncusu ayrıca korkunun kendisini konu edinir.

Biraz zorlamayla az sayıda bazı öyküsünü de bilimkurgu/distopya’ya dâhil edebiliriz. “Eryx’in Duvarları İçinde”, bildiğimiz Venüs gezegeninde geçen, bilimkurgu tabanlı ama müthiş bir klostrofobik dehşet sunan, şaşırtıcı bir kurgudur. “Denizler Kuruyana Kadar” adlı öykü ise bizi, dünyada suyun tükendiği ve yaşayan son bir insanın kaldığı bir geleceğe götürerek, gerçekten Lovecraft’tan mı bir öykü okuduğumuz konusunda şaşırtır. Tüm bunların dışında kalan, farklı tarzda ve temalarda bazı öyküleri de vardır. “Tuzak”, iyi öykülerden birisidir ve bizi aynada hapsolan ruh meselesiyle karşılaştırır. “Büyücü Yaratığın Hazinesi”, masalımsı bir fantastik denemedir. “Kanatlı Ölüm”, modern korku sanatlarını kıskandıracak en iyi senaryolarındandır ve hastalık yayan çeçe sineklerinin ısırıklarıyla ele geçirdikleri ruhlar gibi dehşet bir konu işlemektedir. Hayvanlardan konu açılmışken, popüler öykülerinden “Dunwich Dehşeti”nde yazar yerli New England folklorundan yararlanır. Buradaki inanç, çobanaldatan kuşunun ölümün habercisi olduğudur. Hayvanlar konusunda şüphesiz en aklımızda yer eden öyküsü ise “Ulthar’ın Kedileri”dir. Kendisi de bir kedi sever olan ve besleyen Lovecraft, biz kedi severlerin gönlünde bu öyküyle taht kurmayı başarır. Kedilerin insanlardan intikamını iştahla ve zevkle okuruz. Bir kez daha insan, dehşetin yayıldığı yön olmuştur. “Şiir Sanatı ve Tanrılar”, mitolojiyle-şiirle iç içe yapısı ve Shakespearevari diliyle, farklı bir yerde durur. Ancak en ayrık yerde duran öyküsü, tek romantik ya da aşk öyküsü diyebileceğimiz “Tatlı Ermengarde ya da Köylü Bir Kızın Kalbi”dir. Öykü, kendisi de romantik kurgularla sarkastik bir dans eder gibi görünür. Lovecraft, sonu akıl hastanesinde biten takıntılı bir anne tarafından, çirkin olduğuna inandırılarak yetiştirilmiştir ilk çocukluk yıllarında. Psikanalitik gözlükle bu durumun belki de yazarın kadınlara, romantizm ve erotizme ilgisizliğine bir temel oluşturmuş olabileceğini savunabiliriz. Elbette tamamen aseksüel değildi Lovecraft. Kısa süren evliliğinde eşi onu çok kibar ve centilmen bir beyefendi olarak tanımlamıştır ve bazılarının iddia ettiği gibi Lovecraft eşcinsel değildi. Ancak onun ilgisini hiçbir zaman erotik meseleler meşgul etmemiş gibi görünür. Öykülerinde kadınlar yok denecek kadar azdır. Lovecraft’ın ölümünden sonra karısı Sonia, yaptığı açıklamada, Lovecraft 24 yaşındayken evlendiklerinde onun bakire olduğunu söylemişti. Evlenmelerinden hemen önce Lovecraft, cinsellikle ilgili pek çok kitap almış ve ilk gecelerinde iyi bir performans göstermek için kitapları bol bol okumuştu. Sonia ayrıca seks kelimesinin kullanılmasının Lovecraft’ı rahatsız ettiğini de eklemiştir.

 

Genelden farklı yapılar sergileyen öykülerinin çoğunu Lovecraft, başka yazarlarla birlikte yazmıştır. Bu durum da aradaki farkları açıklamaktadır. Anna Helen Crofts’la “Şiir Sanatı ve Tanrılar”, Henry Houdini’yle “Piramitlerin Altında”, Zealia Bishop’la “Yig’in Laneti” ve “Medusa’nın Saçları”, Henry S. Whitehead’le “Tuzak”, Hazel Heald’le “Taştan Adam”, “Müzede Dehşet”, “Kanatlı Ölüm” ve “Sonsuzlukların İçinden”, R.H. Barlow ile “Denizler Kuruyana Kadar”, “Gece Okyanusu” bunlara örnektir. Farklı yazarlarla birlikte yazdığı öykülerde farklı tarzlar ve senaryolar karşımıza çıkmaktadır. Dil ve kurgu olarak da edebiyat gözlüğüyle baktığımızda farklı yazarlarla yazılan öykülerin daha üst seviyede durduğunu görürüz. Karakterler arası diyaloglar da işin içine girmektedir.

 

Ayrı bir başlık altında incelemek istediğim bir diğer konu da meşhur kitap Necronomicon ve “Necronomicon’un Tarihi” adlı kurmaca-tarihçe öyküsüdür.

 

  • Kadim Kitap Necronomicon Gerçek mi?

 

Lovecraft’ın yarattığı en popüler şeylerden birisi de, içinde kadim bilgiler, korkunç sırlar ve büyüler bulunan, ele geçirenin ve okuyanın dikkat etmezse delirmesine neden olabilecek ya da karanlık güçlere hükmedebilecek sırları keşfedebileceği kadim kitap Necronomicon’dur. Bu kitap elbette Lovecraft’ın kurgusudur ve gerçekten yoktur ama günümüzde birçok yerde de vardır. Necronomicon isminde farklı yazarlar tarafından kitaplar kaleme alınmış, bazen de bunların gerçek Necronomicon oldukları ileri sürülmüştür. Türkçe’de de bir adet vardır ve elimde bulunmaktadır.

 

“Necronomicon”, ilk olarak “Tazı” (The Hound) adlı öyküsünde geçer ve birçok öyküde yer alır. “Necronomicon’un Tarihi” isminde kısa bir tarihçe-öykü de yazmıştır Lovecraft ve bu da kitabın gerçek olduğu inandırıcılığını okur üzerinde arttırmaktadır. Kitabın özgün adı Al-Azif’tir aslında. Azif, Arapların Şeytan uluması sandığı, böceklerin geceleri çıkardıkları sesleri anlatmak için kullanılan bir kelimedir. Kitabın, MS 730 yılında Şam’da, deli Arap Abdül Alhazred tarafından yazıldığını söylemektedir Lovecraft. Aslında Abd-Al-Azrad olması gerektiğini iddia eden dilbilimciler vardır, yani “Yok Edicinin Hizmetkârı”. MS 950 yılında kitap Theodorus Piletas tarafından Yunancaya, Necronomicon ismiyle çevrilir. Yunancadaki necros: ölü, nomos: yasa, eikon: simge kelimelerinin birleşimi olan ismi, Ölüler Yasasının Sembolü olarak Türkçeleştirebiliriz. 1050 yılında Hükümdar Michael tarafından Yunanca metin yakılır ve Arapça metin kaybolur. Bu şekilde kurgu bir tarihçe yazan Lovecraft bize Papa’nın kitabı yasakladığını ve günümüzde bazı dillere çevrilmiş gizli baskıları bulunduğunu söyler. Bu baskılardan birisinin de yine öykülerinde sıkça geçen Miskatonic Üniversitesi’nde bulunduğunu söyler yazar. Lovecraft’ın, özellikle kozmik dehşet öykülerinin ana karakteri de genellikle bu üniversitede çalışan bir öğretim üyesidir.

Necronomicon, pop kültürde sahte bir folklor yaratmıştır. Piyasaya birçok sahte Necronomicon kitabı sürülmüştür. Ayrıca çeşitli filmler ve diğer alanlarda da bu kitap boy göstermiştir. Lovecraft’ın arkadaşları kendisini tam metin bir Necronomicon yazmaya teşvik etmişlerse de yazar buna yanaşmamıştır. Lovecraft, bu kitapla kalmayıp var olmayan ama bazı öykülerinde karşımıza çıkan yasak başka kitaplardan da bahsetmiştir: R’lyeh Metni, Dzyan Kitabı, Hsan’ın Yedi Şifreli Kitabı ve Dhol Şarkıları gibi. Tüm bu kitaplar özellikle kozmik korku öykülerinde geçmekte, Necronomicon ise bunların birçoğunda önemli rol üstlenmektedir.

  • Edebiyat Gözlüğüyle Lovecraft Öyküleri

 

Lovecraft, ölümünden çok sonraları ABD’nin ikinci Poe’su olarak değer bulabilmiştir. Batı edebiyatıyla ilgili birçok kitapta adı dahi geçmemektedir. Edebiyat eleştirmenlerinin bir kısmı tarafından edebi bir değer biçilmemektedir ona. Bu durumun anlaşılabilir bazı gerekçelendirmeleri vardır. Örneğin öykülerinin ve kullandığı kelimelerin tekrara düşmesi, dil ve üslubunun yetersiz görülmesi, “iğrenç, lanetli, pis” gibi öznel sıfatlar kullanması, insan karakterler konusundaki tekdüzelik, iletişim-diyalog ve psikolojik karakter çözümleme konusundaki eksiklik, serim-düğüm-çözüm anlamındaki öykücülüğüne yapılan eleştiriler bunlardan bazılarıdır.

 

Bunlardan bazılarına katılmakla birlikte, total olarak biraz haksızlık yapıldığı kanaatindeyim. Elbette bir Poe ya da E.T.A. Hoffmann klası, edebi dili bulamayız Lovecraft’ta ancak bugün Stephen King başta olmak üzere modern korku edebiyatında ve diğer pek çok alanda önemli etkiye sahip yazara hak ettiği değer verilmelidir. Bir kere “korku” kelimesinin hakkını verip okuyucuyu gerçekten dehşete düşürme bakımından en başarılı yazarlardan birisidir çoğu öyküsünde. İkincisi, gerilimi tırmandırıp final sahnesiyle zincirlerinden boşandırması, patlatması da yine ayrı bir başarıdır bazı öykülerinde. Eğer korku edebiyatı fanıysanız ve tüm dünyadaki korku öykülerini okusanız dahi en sevdiğiniz korku öyküleri listesine Lovecraft’tan bir şeyler koyma olasılığınız yüksektir. Ben, “Yabancı”yı ve “Pickman’ın Modeli”ni koyardım örneğin.

 

Lovecraft, her ne kadar akademik eğitim almasa da bireysel olarak kendini geliştirmiştir ve bu konuda da saygıyı hak eder. Özellikle yazdığı türe tamamen hâkimdir ve bunun kanıtı fantastik edebiyat hakkındaki denemesi “Edebiyatta Doğaüstü Korku”dur. Türkçede de basılan bu kitabı önceki yorumlarımdan birisinde incelemiştim. Lovecraft’ı etkileyen yazarlar Poe, Lord Dunsany, Arthur Machen ve Ambroce Bierce’dir. Onlardan ne kadar bazı yapılar alsa da aslında kendi tarzını kendisi inşa etmiştir ve bu durum da ona yazın tarihinde manevi bir madalya vermemiz için yeterlidir.

 

Yazarın dili ilk dönem öykülerinde daha yalın olsa da geç döneminde gelişmiştir ve son dönem yapıtlarında edebi doygunluk da sağlamaktadır. Ancak, bunda mutlaka birlikte öykü yazdığı yazarların da etkisi vardır. Özellikle ölümüne yakın yazdığı son öykü (R.H. Barlow’la birlikte) “Gece Okyanusu”, edebi anlamda zirve yapar ve olay örgüsünden ziyade karanlık imgeleme odaklanır. Yazar, adeta ölümünü sezmiş ve öyküye kusmuştur. Lovecraft, öykülerinde çeşitli yazarlara ve bilim adamlarına da açıkça göndermeler yapar. Poe ve Freud buna örnektir. “Deliliğin Dağlarında” öyküsünde Poe’nun “Arthur Gordon Pym’in Öyküsü”nün etkisi barizdir, özellikle Antarktika manzaraları açısından. Uyku ve rüyalar yine Freudyan okumaya açıktır. Zaten kurduğu diyarın adı da Dreamland’dir. Poe gibi o da dünyadan kurtuluşu düşlerde bulmuştur. Lovecraft uyku sorunları çeken, kâbuslar gören birisiydi. Bu yalnızlık, içe kapanıklık, asosyallik ve kâbuslar öykülerine de yoğun bir şekilde sinmiştir. “Celephais”teki şu satırlara bakalım:

 

“Londra’da milyonların arasında yalnızdı. Böylece onunla konuşacak ve kim olduğunu ona hatırlatacak çok fazla kimse yoktu. İnsanların ona nasıl davrandığına aldırmıyordu. Daha çok, rüya görmeyi ve rüyalarını yazmayı tercih ediyordu. Çevresindeki dünyadan çekildikçe düşleri daha da mükemmelleşti. Başkaları, gerçeklik denen tiksindirici şeyi bütün çirkin çıplaklığıyla göstermeye çalışırken o, yalnızca güzelliği arıyordu.”

 

İşin ilginç tarafı, Lovecraft gerçekte doğaüstü hiçbir şeye inanmıyordu. Bir keresinde, ciddiyetle ve hararetle doğaüstü inançları savunan bir insandan daha sıkıcı bir şeyin olmayacağını söylemiştir. O, insanın hayal gücüne inanıyordu ve iyi bir hayal gücü iyi bir bilgiden bile daha önemliydi belki de onun için. Bilim konusunda da kendini geliştirdiğini görürüz öykülerinde. Özellikle kimya, coğrafya, biyoloji ve jeoloji bilgileriyle sık sık karşılaşırız. Elbette en önemli bilgisi de mitolojidir ve kendi yarattığı mitlerde etkisi büyüktür. Yunan Mitolojisi başta olmak üzere Arap-Mısır ve Sümer Mitolojileri ve yaratıkları, yazarın ilgi alanlarındandır.

Yasak bilgi, insanlık üzerindeki insan dışı etkiler, miras kalan suç, kader, tehdit altındaki medeniyet, ırk ve sınıf, bilim çağının riskleri ve din gibi temalar görülür öykülerinde. Günümüzdeki bazı fantastik kurgular gibi alt metinleri boş değildir öykülerinin. Son dönemlerin de müthiş sürükleyici senaryolar da bulunur. “Kanatlı Ölüm” ve “Eryx’in Duvarları İçinde” bunların en iyi örneklerindendir.  Klostrofobik sahneler yaratmakta da onun gibisi azdır. Çıkış yolunu bilemediğimiz ve dehşete birlikte kapana kısıldığımız anlar oldukça nefes kesicidir. “Tapınak” adlı öyküde bir Alman savaş denizaltısında okyanusun dibinde, “Piramitlerin Altında”da öyküye ismini veren yerde yeraltı labirentlerinde, “Eryx’in Duvarları İçinde”de insanoğlunun bilmediği bir malzemeden yapılmış şeffaf duvarlarla örülmüş labirentlerin içinde sıkışır kalırız.

Lovecraft’ın öykülerini art arda okurken bizim için en olumsuz yanı, özellikle kozmik dehşet öykülerinin senaryolarının aynı şemayı izlemesidir. Yani, sonunda ne olacağını az çok tahmin ederiz. Bu benzerlik ve önbilgi bazen öykülerin sürükleyiciliğine ve merak duygumuza sekte vurur. Birkaç öyküsü de bizi diğerleri kadar etkilemez ve yazılmasa da olurmuş diye düşünebiliriz. Belki de Cthulhu gibi, düş görerek uyuyor ve mutlu oluyordur. Yarattığı evrenler ve dehşet bizim imgelemimizde kalıcı bir etki bıraktı. Lovecraft okumak, özel bir deneyimdi ve onunla tanışmış olmaktan dolayı memnunum. Edebiyat sahnesinde hak ettiği değer verilmese de günümüz korku/fantastik kültüründe her alanda etkisi yadsınamaz.

 

  • En’ler ve Benim Seçtiklerim

 

Gönül isterdi ki tüm öykülerine birer başlık açıp inceleyeyim ama bu, oldukça uzun bir uğraş olacaktı. Bunun yerine işi biraz daha eğlenceli hale getirmek için bazı “en”lerden bir seçki yapmayı ve akabinde benim en sevdiğim 10 öyküyü listelemeyi uygun gördüm (Seçmesi çok zor oldu).

 

  • En Korktuğum Sahneler: Mezardan Çıkartılmış, Yig’in Laneti, Innsmouth Üzerindeki Gölge
  • En Klostrofobik Sahneler: Kasada, Piramitlerin Altında, Eryx’in Duvarları İçinde, Tapınak
  • En Vurucu Finaller: Yabancı, Pickman’ın Modeli, Innsmouth Üzerindeki Gölge, Mezardan Çıkartılmış, Medusa’nın Saçları
  • En Edebi Dil: Gece Okyanusu, Gümüş Anahtar, Şiir Sanatı ve Tanrılar
  • En İyi Senaryolar: Yabancı, Eryx’in Duvarları İçinde, Kanatlı Ölüm, Medusa’nın Saçları, Yig’in Laneti, Mezardan Çıkartılmış, Eşikteki Şey, Innsmouth Üzerindeki Gölge, Diriltici
  • Okurken Sonunu En Çok Merak Ettiklerim: Eryx’in Duvarları İçinde, Kanatlı Ölüm, Innsmouth Üzerindeki Gölge, Denizler Kuruyana Kadar, Eşikteki Şey, Tapınak
  • En Uzun Novellalar: Charles Dexter Ward Vakası (160 s), Deliliğin Dağlarında (115 s), Bilinmeyen Kadath’ın Rüyada Aranışı (110 s), Karanlıkta Fısıldayan (96 s), Innsmouth Üzerindeki Gölge (90 s)
  • En Farklı Tarzda Öyküler: Tatlı Ermangarde.., Şiir Sanatı ve Tanrılar, Eryx’in Duvarları İçinde
  • En Sevdiğim Yaratık/Tanrılar: Cthulhu, Ghatanathoa, Shub-Niggurath, Azathoth, Yog-Sothoth, Dagon, The Colour from out of Space
  • En İlginç Karakterler: Yabancı, Zadok Allen (Innsmouth Üzerindeki Gölge), Herbert West (Diriltici), Iranon (Iranon’un Yolculuğu), Erich Zann (Erich Zann’ın Müziği), Albino Penguenler (Deliliğin Dağlarında)
  • İsmini En Çok Sevdiğim Öyküler: Eşikteki Şey, Karanlıkta Fısıldayan, Sis İçindeki Tuhaf Yüksek Ev, Sonsuzlukların İçinden, Zamanın Dışından Gelen Gölge, Ay Bataklığı, Adlandırılamayan, Uyku Duvarının Ardında, Deliliğin Dağlarında
  • En Büyüleyici Mekânlar: Adsız Kent, Ay Bataklığı, Bilinmeyen Kadath’ın Rüyada Aranışı, Deliliğin Dağlarında
  • En Kanlı Sahne: Medusa’nın Saçları
  • En Sevdiğim 10 Öykü: Yabancı, Innsmouth Üzerindeki Gölge, Diriltici, Yig’in Laneti, Kanatlı Ölüm, Mezardan Çıkartılmış, Ulthar’ın Kedileri, Medusa’nın Saçları, Uzayın Ötesinden Gelen Renk, Tapınak

 

  1. LOVECRAFT SONRASI

 

Çağdaş korku yazınının en meşhur isimlerinden Stephen King, Lovecraft’tan etkilendiğini açıkça belirtmektedir. King’in birçok romanında karşımıza çıkan farklı boyutlar ve yaratıklar Lovecraft mirasıdır. Özellikle “Sis”, “Yaratık”, “Şeffaf” gibi romanları buna iyi örneklerdendir. Hatta “Crouch End Sokağı” adında, direkt Cthulhu mitosuyla ilgili bir öyküsü de vardır. Elbette King ile Lovecraft arasında bunun haricinde çok fark vardır. King, karakterleriyle okuyucunun duygusal bağ kurmasına çalışır. İnsan karakterlerini önemser. Lovecraft bunu umursamaz. King haricinde Dean Koontz, Neil Gaiman ve Clive Barker başta olmak üzere Lovecraft’tan esinlenen yazarların sayısı oldukça fazladır.

 

Sinemada da Lovecraft’ın etkilediği yönetmen ve filmler oldukça fazladır. Lovecraft eserlerinden direkt uyarlanan filmlerden en bilinenlerini şöyle sıralayabiliriz: “Re-Animator” (Diriltici) – 1984, “Dagon” – 2001, “From Beyond” (Ötelerden) – 1986, “The Call of Cthulhu” – 2005, “Necronomicon-Book of Dead” – 1993, “The Whisperer in Darkness” (Karanlıkta Fısıldayan) – 2011, “The Dunwich Horror” – 1970, “The Curse” – 1987 (Uzaydan Gelen Renk öyküsünden uyarlama) ve “The Resurrected” – 1991 (Charles Dexter Ward Vakası öyküsünden uyarlama)… Elbette bundan daha fazlası da vardır. “Alien” (Yaratık) serisindeki özellikle yaratıkların tasarımı direkt Lovecraft etkileşimlidir. Yine “Tremors” (Yeraltı Canavarı) serisindeki kumların altından ilerleyen dev yaratık, Lovecraft’ın öncelediği yaratıklara dayanır. John Carpenter’ın apokaliptik filmleri “The Thing” – 1982 ve “In the Mouth of Madness” – 1994, direkt öykü uyarlamaları olmasa da oldukça Lovecraft etkili filmlerdir. İkincisinin isminin nereden geldiği de ortadadır. Sam Raimi’nin “Evil Dead” üçlemesinde Necronomicon görünür ve senaryoda etkili bir rol oynar. Ben bu satırları yazarken Guillermo Del Toro, “At the Mountains of Madness” (Deliliğin Dağlarında) novellasını çekiyor ve merakla bekliyorum. Bunlar dışında çok sayıda kısa film, animasyon, video oyunu vardır Lovecraft öykülerinden alınma ve/veya esinlenme.

 

Elbette Lovecraft, müzik dünyasında da oldukça ilgi görür. Özellikle rock/metal camiasında sayısız grup-şarkı vardır onunla ilgili. Şu anda sözlerinde Lovecraft’ı işleyen 364 tane metal grubu, adında Lovecraft kelimesi geçen 3 metal grubu 9 metal albümü ve 39 metal şarkısı olduğu, metalarchieves’ın veri tabanından görülmektedir. Black Sabbath’ın “Beyond The Wall of Sleep”, Metallica’nın “Call of Cthulhu” şarkıları metal dünyasında en meşhur örneklerdendir. Septic Flesh, Cradle of Filth ve Great Old Ones grupları, Lovecraft’ı yoğun işleyen bazı diğer örneklerdendir. Sonuncusunu canlı izleme şansım olmuştu ve grup sahnenin arkasına devasa bir Lovecraft portresi asmıştı.

 

Bilgisayar oyunları, çizgi romanlar, oyuncaklar, hediyelik eşyalar ve tişörtler gibi daha çok fazla sayabileceğimiz alanda günümüzde Lovecraft’ın izlerini bulabiliriz. Bu da bize yaşadığımız çağda gerçekten Lovecraft hayranlarının hiç de azımsanmayacak ölçekte olduğunu gösterir. Hayatı boyu sadece bir öyküsünün yayımlandığını gören Lovecraft, şu an bunu bilseydi acaba ne düşünürdü?

 

  1. KİTAPLAR

 

Türkçede Lovecraft’ın Toplu Öyküleri en son Ren Kitap tarafından 6 cilt halinde basıldı. Seride 84 öykü yer alıyor. Dost Yayınları da 3 cilt halinde basmıştı ama Ren’in serisinde tam 35 tane fazla öykü var. Ama Ren serisinde olmayıp Dost serisinde olan da birkaç öykü var. Alfa Yayınları da 7 cilt halinde basmıştı ama elimde mevcut değil. Ren ile karşılaştırmak lazım içeriği. Bunun dışında İthaki, 6.45, Dex, Tutku gibi yayınevleri de bazı öykülerini basmış durumda. Şimdi, tüm öykülerine sahip olmak için şöyle bir yol izledim. Ren’in 6 kitaplık serisi, İthaki’den “Karanlıkta Fısıldayan” (tek öykü) ve “H.P. Lovecraft2tan 3 Öykü” (2 öykü Ren serisinde var ama “Pusudaki Dehşet” yok) ve de sırf tek öykü için “Cthulhu’nun Çağrısı” (“Randolph Carter’ın İfadesi”, Ren’de yok, burada var. Diğer 6 öykü Ren’de var). Yani ne yaparsanız yapın ortak öyküler olan kitaplar edinmeniz gerekiyor. Yıllar önce ise 6.45’ten “Dagon” ve “Uyku Duvarının Ötesinde” adlı kitaplarla tanımıştım Lovecraft’ı. Bu iki kitapta 24 öykü var ve hepsi Ren serisinde var şu an. Ayrıca elimde İthaki’nin tek olarak bastığı “Deliliğin Dağlarında” ve yine tek olarak Laputa Kitap’tan basılan “Tuzak” da var.

 

Özetle, Lovecraft’a yeni başlayıp seçme öykülerini okuyacaklar için İthaki “Cthulhu’nun Çağrısı” + “Karanlıkta Fısıldayan” + “Deliliğin Dağlarında” + “Innsmouth Üzerindeki Gölge” uygun bir tercih olabilir. Ama bu adamın Türkçedeki her öyküsünü okumak istiyorum diyenler için Ren Serisi + İthaki’den “Karanlıkta Fısıldayan”, “H.P. Lovecraft’tan 3 Öykü” ve “Cthulhu’nun Çağrısı” önerimdir. Alfa serisine de bakmak lazım içeriğinde neler var. Lovecraft’ın tüm yazıları ayrıca İngilizce olarak http://www.hplovecraft.com/writings/ adresinden okunabilir.

 

Son olarak Alfa Yayınlarının bastığı “H.P. Lovecraft – Delilik Dağlarının İçinde” adlı, W. Scott Poole tarafından yazımış kitapta da Lovecraft’ın hem özel hem de yazın hayatının detaylarını okumak mümkün.

 

Elimdeki kitaplar ve içeriklerini aşağıda sıralıyorum:

REN KİTAP (6 KİTAP – 2200 s.):

 

  1. “DELİLİK DAĞLARINDA” – 349 s.
  • Delilik Dağlarında
  • Dunwich Dehşeti
  • Charles Dexter Ward Vakası

 

  1. “CTHULHU’NUN ÇAĞRISI” – 360 s.
  • Cthulhu’nun Çağrısı
  • Yig’in Laneti
  • Son Test
  • Elektrikli İdam
  • Erich Zann’ın Müziği
  • Soğuk Hava
  • Kanatlı Ölüm
  • Tazı
  • Taş Adam
  • Mezardan Çıkartılmış
  • Eşikteki Şey
  • Juan Romero’nun Değişimi
  • Ulthar’ın Kedileri
  • Adlandırılmayan

 

  1. “UYKU DUVARININ ARDINDA” – 374 s.
  • Innsmouth Üzerindeki Gölge
  • Uyku Duvarının Ardında
  • Bilinmeyen Kadath’ın Rüyada Aranışı
  • Cadı Evindeki Rüyalar
  • Hypnos
  • Evdeki Resim
  • Diriltici: Herbert West
  • Mezar
  • Kitap
  • Ibid
  • Necronomicon’un Tarihi
  • Hafıza

 

  1. “MEZARLIKTAKİ DEHŞET” – 405 s.
  • Medusa’nın Saçları
  • Uzayın Ötesinden Gelen Renk
  • Sakınılan Ev
  • Alonze Typer’ın Günlüğü
  • Şeytan Papaz
  • Mezarlıktaki Dehşet
  • Kasada
  • Büyücü Yaratığın Hazinesi
  • Ay Bataklığı
  • Gümüş Anahtar
  • İki Siyah Şişe
  • Merhum Arthur Jermyn ve Ailesi Hakkındaki Gerçekler
  • Simyacı
  • Soy
  • Karanlığın Ziyaretçisi
  • Pickman’ın Modeli
  • Duvarlardaki Fareler

 

  1. “ZAMANIN DIŞINDAN GELEN GÖLGE” – 397 s.
  • Zamanın Dışından Gelen Gölge
  • Piramitlerin Altında
  • Festival
  • Sonsuzlukların İçinden
  • O Adam
  • Müzedeki Dehşet
  • Tepe
  • Diğer Tanrılar
  • Tuzak
  • Şiir Sanatı ve Tanrılar

 

  1. “DENİZLER KURUYANA KADAR” – 416 s.
  • Celephais
  • Öteden Gelen
  • Eryx’in Duvarları İçinde
  • Nyarlathotep
  • Kutupyıldızı
  • Mağaradaki Yaratık
  • Yaklaşan Kaos
  • Sarnath’ın Başına Gelen Felaket
  • Denizler Kuruyana Kadar
  • Martin Kumsalı’ndaki Dehşet
  • Gece Okyanusu
  • Beyaz Gemi
  • Red Hook’taki Dehşet
  • Dagon
  • Tapınak
  • Tepedeki Ağaç
  • Samuel Johnson’ı Hatırlamak
  • Yaşlı Bugs
  • Ex Oblivione
  • Ağaç
  • Ayın Getirdiği
  • İranon’un Arayışı
  • İsimsiz Kent
  • Sokak
  • Yabancı
  • Sis İçindeki Tuhaf Yüksek Ev
  • Çok Yaşlı İnsanlar
  • Tatlı Ermengarde ya da Köylü Bir Kızın Kalbi

 

İTHAKİ YAYINLARI:

 

  1. “CTHULHU’NUN ÇAĞRISI” – 151 s.
  • Randolph Carter’ın İfadesi
  • Yabancı
  • Erich Zann’ın Müziği
  • Herbert West – Diriltici
  • Duvarlardaki Fareler
  • Pickman’ın Modeli
  • Cthulhu’nın Çağrısı

 

  1. “H.P. LOVECRFAT’TAN ÜÇ ÖYKÜ” – 303 s.
  • Zamandan Düşen Gölge
  • Pusudaki Dehşet
  • Charles Dexter Ward Vakası

 

  1. “KARANLIKTA FISILDAYAN” – 96 s. (Tek Öykü)
  2. “DELİLİĞİN DAĞLARINDA” – 155 s (Tek Öykü)

 

6.45 YAYINLARI:

 

  1. “DAGON” – 158 s.
  • Dagon
  • Kabir
  • Herbert West – Yeniden Canlandırıcı
  • Polaris
  • Sarnath’a İnen Hüküm
  • Ak Gemi
  • Arthur Jermyn

 

  1. “UYKU DUVARININ ÖTESİNDE” – 212 s.
  • Mağaradaki Hayvan
  • Simyacı
  • Uyku Duvarının Ötesinde
  • Hafıza
  • Randolph Carter’ın İfadesi
  • Ağaç
  • Ulthar’ın Kedileri
  • Tapınak
  • Celephais
  • Ötelerden
  • Önceki Unutuş
  • Adsız Kent
  • İranon’un Yolculuğu
  • Ay Bataklığı
  • Başka Tanrılar

 

LAPUTA KİTAP:

 

  1. “TUZAK”- 64 s. (Tek Öykü)

 

ALFA YAYINLARI:

  1. “H.P. LOVECRAFT – DELİLİK DAĞLARININ İÇİNDE: Hayatı, Ölümü ve Ölümünden Sonraki Olağanüstü Hayatı” – Scott Poole, 375 s. (Biyografi)

 

Serkan KAYA (Black Omen)

Facebook Yorumları