Resimsiz bedenler ve ruhumuz naif bir dövme güneş batıncaya kadar dövüşürüm gölgemle. kelimesiz bir şair, sağır bir şarkı anısız bir fotoğraf gibi ben, baharını kaybetmiş bir dal parçası sırtı kanamış kopuk bir şahin yıllara savrulmuş unutulmuş bir aşk mektubu karalanırım kaldırımlara. ..

Var olmak kişisel bir sendrom ya da sancıydı. Belki de bir mevsim geçişi elbiselerini soyunduğun. Belki de hiçbiri.. burası da sana kalmış.

being and nothing

i n t r o

repertuarımız insan sayısı kadar geniştir.
her bir ses yüzyıllardır aradığı şiiri giymeyi bekliyor.
İşte bu yüzdendir bütün koşuşturmamız
Ve ortalığın dağınıklığı.

(I)
yazmaya dalmak, kendini adadığın ritüel bir âyindir.
yastık kılıfına doldurduğun hayallerin / her gece yatmadan önce
kısa metrajlı bir filmdir gecenin gökkuşağından yuvarlanan.
Tanrı’ya fısıldadığın duaların, herkesten sakındığın yara izlerindir.
sen de artık uzun kollu giysiler giyebilirsin.
sen de
artık..
gece ile gündüzün yerini değiştirebilirsin.

A M A
insan bedenin geometrisinin hacmi akan gözyaşlarıyla küçülür. kaburgalarını kırarcasına bir gürültüyle bağıran yürek, beden büyüklüğüne ters orantılı bir şekilde genişler.

kaybedersin ve kaybettikçe daha çok seversin; çevrenden, vücudundan, aklından, ellerinden, gözlerinden ayırdığın/kopardığın her şey, sadece kendi yalnızlığınla bir-iki kadeh içebileceğin kadar bir süreyle sınırlıdır.

kaybetmek ve kaybetmemek birer tercih meselesidir,
gerisi sadece baş etmeye düşer.
matematikten anlamayanlar için tekrar ediyorum: bir şeyin ona ait özelliklerini küçültmek/atmak/çıkartmak, o şeyin ait olduğu şeylere mahrum olacağı anlamına gelmez. çünkü sadeleştirmeler, hızlı işlem yapabilmek için vardır. giden her şey, her şeyiyle terk ettiği o şeye denktir. işte bu kadar ince bir meseledir problem çözmek.

(II)
hiç kuşkusuz ki, her yazar yeryüzüne ithaf eder tüm kitaplarını.
gerekçe olarak gösterdiği şey ise: hayatının son sahnesi olan ölümün, gezegendeki tüm varlığını alıp götüreceği korkusudur. bir denklem oluşturacak olursak eğer ve bunun sağlamasını yapacak olursak, asıl olanın, ‘ölüm’ denen olgunun rotasını çizdiğin hayatında hiç haberin olmadan çekilen bir fotoğrafta patlayan bir flaş olduğudur. gözlerini kamaştıran bu ışık, aslında, geride bıraktıklarına, sevdiğin kadına, aslında yeryüzündeki sevdiğin o tek kadına ithaf ettiğin kitaplarına, birlikte koştuğunuz kaldırımlara, saydığınız yıldızlara ulaşamayacağının / uzanamayacağının distopyasını kabullenemeyişindir.
..
belki bir gemisin, motorlarını sürersin okyanuslara
ama aslında
ruhunu gizlersin limandaki martıların arasına.

İşte tam bu noktada
dış dünyanın var olduğunu belirten
onun herhangi bir yerine ait olmamı isteyen
birtakım sesler duyuyorum.

neyse..
şimdi geriye doğru sayalarım.
adımlarımızı yavaşlatıp,
çıplak ayaklarımıza batan kıymıkları koparalım bedenimizden.
çünkü onlar senden öncekilerin yenik düştüğü acıların kırıntılarıdır.

Acıların seni büyütür, sayısı arttıkça taşıyamaz düşersin.
Ama her geri sayımda büyür ve güçlenirsin.
işte bu yüzden geriye doğru saymayı öğrenmelisin.
Kapılar kırılmayı bekliyor.

being and nothing – exodus / I

bağırıyorum ama kendi sesimi bile duyamıyorum.
güneş artık binalar arasında saklambaç oynuyor.
(sesimin kısıklığı utancımdan değil, ruhum avazı çıktığı kadar bağırdı zamanında)

being and nothing – exodus / II
sesler.. sesler..
birtakım sesler duyuyorum
ama hâlâ doğamıyorum.

avuçlarıma ektiğim tohumlar, gözlerimden açıyor.
bedenimi bir orman için bağışlıyorum Tabiat Ana’ya,
hiçbir yerimde boşluk kalmayacak şekilde jiletleyin vücudumu.

being and nothing – exodus / III
her şeyinizle, tüm kötülüklerinizi örterek hepinizi sevdim.
tüm karaktersizliğine inat,
hâlâ var olamayışınıza
hâlâ bir başkasının gölgesinde yaşayışınıza inat
sizi siz gibi sevdim..
ama
pek azınız dışında herkesi sevemedim.

sevmek bölünerek çoğalmaktır, hem de herhangi bir rahme ihtiyaç duymadan.
lütfen hiç aşık olmamış gibi davranmayı bir kenara bırakıverin tüm sakinliğinizle.

usulca çekiliyorum,
kendinize iyi bakın.
sahne sırası sizde artık,
ben koltuğuma oturmuş ayaklarımı uzatmış sizi izlemeyi heyecanla bekliyorum.

being and nothing – exodus / IV
işlevselliğin yitirilişi bir zihin travmasıdır.
deforme edilen veyahut belirli standartlara uyumlu hâle getirilen, kısıtlı davranışa güdülenen zihin, eylemliliğini dar bir pencere ekseninde sürdürerek, yaşamını istediği hayatın gayesinden farklı bir yöne sürükler ve işlevselliğini kaybeder.
yaşamak insanda, varolmaya uzantı bir şekilde etkileşime girerek niteliksel doygunluğa varmaya/ulaşmaya çalışır. ( ya da yaşamak varolmaya uzantı bir şekilde, birbirlerini etkileyerek niteliksel doygunluğa varmak/ulaşmak biçimidir. belki de elde etmeye çalışmaktır.)
..
(Bulutların ardına uzanmaya çalışan bir son)
Tabii ki de son söz, ilk sözdür. Son olduğunu iddia edebilecekler bir avuç azınlıktır (belki). Çünkü varoluş insanın içerisindeki sürdürebilir bir enerji kaynağına sahiptir. Yeter ki sen bunu görebilmek için perdelerini nasıl aralayacağını bil!

gerçekliğin sahnesi acıysa eğer,
acı ve gerçeklik eş anlamlı mıdır?
çocukluğunda dolabın arasına gizlenerek oynadığın saklambaç
şimdilerde sobelendiğin ciddi bir şaka.
yeni geldim, az önce elektrikler kesilmişti.
gülümseyebileceğimi göremedin mi yoksa karanlıkta?

OSMAN AYKAN UĞURLU

Facebook Yorumları