Merhaba öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Lüleburgaz Trockyablues nasıl ortaya çıktı? Bahsedebilir misiniz?

1999’un sonlarında bir araya gelen 3-4 müzisyen, deneysel sayılabilecek bir müzik etkinliğiyle uğraştı. Lüleburgaz’da Sokullu Kütüphanesi’nin küçücük salonunda, meraklı 8-10 dinleyiciyle “gazoz şişeleri, kap kacak, birkaç çalgı..” kullanılarak yapılan  “birlikte ses çıkarma” diye özetlenebilecek bu çalışmaların içinden sonradan “Lüleburgaz Trockyablues” adıyla yoluna devam edecek olan grup doğdu.

2000-2001 yıllarında müzikal çizgisi netleşmeye başlayan grup, “Balkan Rumeli hattı”nda ve “Anadolu Semah-Zeybek geleneği”ne yaslanan, uzun sololardan beslenen enstrüman müziğine yöneldi.

Peki tarzınız nedir? Nasıl tanımlıyorsunuz?

Lüleburgaz Trockyablues; “Şarkıcı-star” odaklı yaygın müzik anlayışının karşısına -gücü yettiğince- “ses”i koymaya çalışıyor. Gitar ve piyanonun üzerinde “Keman-Klarnet-Zurna-Bağlama” çalımlarına dayanan ve adeta müziğin “sıradan insanlar için de mümkün bir şey olduğu” hissiyatını izleyiciye aktarmaya çalışan grup, konserlerinde (özellikle salon konserleri) izleyicileri de sahneye çağırarak müziğine kattı. Daha çok “halk müziği”dir bizim yaptığımız.Blues dediğiniz de “ötekiler”in, “dış”ın sesinden başka nedir ki!

 

Sahnede birbirinden farklı konseptlerle seyircinin karşısına çıkıyorsunuz, bunlardan bahsedebilir misiniz?

Lüleburgaz Trockyablues’un birbirinden farklı birkaç konser konsepti bulunuyor. Özetleyerek söyleyecek olursak: Daha “dünyevi” bir repertuvara sahip olan ve sahneye “çamaşırlar”ın asıldığı Lüleburgaz Trockyablues konserleri var.. daha çok dış mekanlarda.. Üniversite şenlikleri falan gibi; “eğlenelim oynayalım zevk alalım dünyadan” soundu, diyebiliriz buna.

Bir diğeri “İlahiler” adını taşıyor. Dini ve Askeri müzik, müzik edebiyatının “cansuyu”dur. Bizim, dini müziğe uzak duruşumuz -ki o bir “fikir” değil, sadece bir “müzik”tir- bu müziğinde savrulup gitmesine yol açıyor. Lüleburgaz Trockyablues “İlahiler”de bir neyzen ve bir hafız kullanıyor. Sadece Sünni gelenek değil diğer inanç kollarının da dini şarkılarından örnekler yer alıyor programda. Bunlardan birinde “Semazen” kullandığımız da oldu. Aslındaözü “caz”dır; sahnede bu oluyor.

Bir diğer konser konseptimiz ise “Hafıza”. 1970’lere kadarki Türk sinemasından seçilmiş siyah beyaz filmlerin arkada harmanlandığı görüntüler önünde müzisyenler önce “alaturka” gittikçe caz-blues temaları içinde o filmlerin müziklerini çalıyorlar; bir anlamda o dönemin ruhunu yakalayıp “mekan”a taşımaya çalışıyorlar. Bu arada bir de solistimiz var ve o filmlerden 8-10 şarkı  söylüyor. Sahnenin ortasında bir bebek arabası duruyor… bebek, olur olmaz zamanlarda ağlıyor ve müzisyenler biberonla onu teselli ederken müzik ve filmler akıp gidiyor. “Hafıza-Muhafaza” üzerine, “hatıralayabilmek” üzerine bir kısa konuşma konserin ortasında yer alıyor.

Bir diğer  çalışmamız ise “CazAlaturka” adını taşıyor. CazAlaturka’da örneğin Yesterday, Black Orpheus gibi şarkıların yanında Aşık Veysel, Karacaoğlan ya da Kemani Haydar Tatlıyay da yer alıyor.. hep beraber çalıyoruz.. Büyük-derin bir “gelenek” içinden çalıyoruz diyelim.

“Seyirci Koroları”nda ise müzisyenlerle seyirciler yer değiştiriyor. Yıllarca konserlere gitmiş, sahnede olaup biteni alkışlamış seyirciler şimdi kendileri sahne oluyorlar. Birlikte şarkı söyleyip “vefa koroları” oluşturuyorlar. Bu etkimlik, Lüleburgaz Belediyesi tarafından “Marmara Belediyeler Birliği”ne sosyal proje olarak sunulmuştu.

Halk müziğine yaslanıyorsunuz. Bunun müziginize yansıması nasıl oluyor?

Yani şunu  çok rahat gözlemleyebiliyoruz: herkesin anılarında bir düğün-nişan-sünnet müziği/töreni falan var. Çok ciddi bir bilimsel toplantı resepsiyonunda da çalsak, bir meydan konseri de çalsak bizim izleyiciyle buluşmamız çok hızlı gerçekleşiyor. Davul, Zurna, Keman, Klarnet.. kim bunlara yabancı ki! Diğer yandan Tambura’nın, Gitar’ın, Bağlama’nın, Piyano’nun renklerini de düşünürseniz dinleyiciyle çok hızlı buluşuyoruz biz.

Grubun adından söz eder misiniz bize.. Niçin “Trockyablues”?

“Trockyablues” değil  “Lüleburgaz Trockyablues”. Bir sefer grup gittiği her yere “Lüleburgaz” adını taşıyor. Afişlerde,  pankartlarda bu  hep  böyle. İsmimizde yer alan “trockya” ise hem “trakya” diye okunarak “coğrafyamızı” işaretliyor hem de içinde duyulan “.rock..” tınısı ile halk müziğine olan akrabalığımızı imliyor. “Blues” ise “dış”ın,  “ötekiler”in, “kenarmahalle”nin rengine boyuyor bizi.  Biz ismimizi çok seviyoruz: Lüleburgaz Trockyablues! Hem coğrafyamızı hem tarzımızı işaret ediyor.

Semah ve Zeybek’lere özel bir ilginiz var gördüğümüz kadarıyla… Bundan da bahsedebilir misiniz?

Biz “yerel” müzikle ilgileniyoruz ve “sözsüz” müziği seviyoruz.. Türk halk müziğimizin ve Balkan-Rumeli  müziklerinin ezgileri üzerinden gelişen, uzun soloları olan, sözsüz bir müzik bizim ilgilendiğimiz. Lüleburgaz Trockyablues’u “klasik” yerel müzik çalışmalarından ayıran birkaç temel noktadan söz etmek isterim:

Biz “yerel” müzikten geniş anlamıyla “Anadolu”yu anlıyoruz. Bu nedenle geniş bir coğrafi yelpazede hareket ediyoruz. Biz “yerel bir topluluğuz” derken bununla “Anadolu” vurgusu yapıyoruz. Aşıklık geleneğinden “rock”a, “kenarmahalle”den blues’a bağlanan bir çizgide belki de taşralı haliyle Türkiye’de ilk kez -bulunduğu coğrafyanın da sunduğu zengin olanaklardan (Roman kültürü, Trakya geçiş yolu, Osmanlı ve Balkanlar sahası…) yararlanarak- ilginç, deneysel bir çalışma yaptığımızı düşünüyoruz. Lüleburgaz Trockyablues; “Yemen Türküsü”nden Kalinka’ya uzanan bir ses coğrafyasında enstrümantal müziği öne çıkararak solo’lardan besleniyor. Alışıldık Roman gruplarından farklı olarak “müşteri”ye değil kendine çalan Trockyablues şarkıcıyı değil ‘şarkı’yı seviyor.

Halkın müziğini besleyen birçok damar var; dini müzik ve askeri müzik de bunlardan biri. Biz dini müzik koluna “semah ve ilahiler”den, askeri müzik koluna “zeybek ve mehter”den yürüyoruz. Çok köklü, çok antik duygular ve onların ezgileri, melodileri, nağmeleri.. Çok etkileyici buluyoruz bu kolu.

Konser öncesinde nasıl bir hazırlık oluyor?

Evet, yaptığımız müziğin nerdeyse “maya”sı bu: Doğaçlama! Ana temalar üzerinde yürüyen, gezen, dolaşan, yoldan çıkan, yola gelen müzisyenler… Esas işiniz doğaçlama çalmak olunca program öncesi hazırlık da farklı oluyor. Lüleburgaz Trockyablues, nerdeyse 21 yıldır, birlikte çalan müzisyenlerden oluşuyor. Uzun sure ve birlikte çalmış olmanın rahatlığından fazlasıyla yararlanıyoruz.

Sahneye çamaşır asıyorsunuz… Bunun sizin için anlamı nedir?

Salon konserlerinde mümkün olduğunca yapıyoruz bunu. Sahneye çamaşır asmak, bizim için önemli bir ritüel. Mahalleyi, sokağı sahneye taşımak ya da sahneyi sokaklaştırmak gibi anlıyoruz bunu. İki müzisyen bir çamaşır sepetiyle sahneye çıkıp çamaşırları asarken zurna, keman, darbuka falan ufak ufak çalmaya başlar; grup toplanır ve “yolculuk” başlar.

“Olsak da olur olmasak da” sözünü sosyal medyada kullanıyorsunuz…

Geçmişten bugüne, konser ya da değişik etkinliklerde grup adının altında birkaç alt başlığı hep kullandık. Mesela: “Roman değil ensTRoman müziği!” gibi. Bizim nerdeyse tüm duyurularımızda, afiş  ya da pankartımızda bu cümle hep vardır. Bir de “Olsak da olur olmasak da!” sözü var. Bu, benim Trakya ağzıyla “Te be or nat te be! ”  esprimden kaynaklandı. “Olsak da olur, olmasak da!” diye ben tercüme ettim sonradan halimizi. Aslında durumumuzu iyi de anlatıyor.

Grup üyelerinden de söz eder misiniz?

Lüleburgaz Trockyablues müzisyenleri: Ahmet Özden (Zurna), Samet Sertol (Vurmalılar), Serkan Turnacı (Klarnet), Erkan Kaynarcalı (Keman), Veli Çavuş (Tambura, Piyano, Bas), Fatih Dengiz (Gitar, Kemança, Bas), Kadir Çabuk (Gitar), İ. Metin Baltacı (Bağlama, Gitar, Davul)

Kalabalık bir grupsunuz. Bu, anlaşmazlıklara yol açmıyor mu?

Lüleburgaz Trockyablues 21 yıldır yolculuğunu sürdürüyor. Bunu az konuşmasına borçlu. Daha çok çalıyoruz biz; bu önemli. Az konuşunca anlaşmak kolay oluyor.

Hiç unutamadığınız bir konser ya da sahne anınız var mı?

Lüleburgaz Trockyablues 6 yıl üst üste  Mimarsinan Üniversitesi Bahar Şenlikleri’nde sahne aldı. Bizim de en sevdiğimiz etkinliklerdendir bu. Bunlardan birinde, biz sahneye çıkış hazırlığı için sahneye çamaşır asmaya başladığımızda fark ettim ki genç bir öğrenci de bizimle beraber bir şeyler yapıyor. Şöyle göz ucuyla bakınca bizim astığımız şalvarlardan birini ipten alıp giymeye çalıştığını gördüm. Yanına gittim “Ne yapıyorsun sen! Bunlar bizim bayrağımız sayılır ya Hu!” dedim sinirli sinirli. O da “ Tamam ağbi ne bağırıyon ki.. Tamam tamam..” dedi. Biz asmaya devam ediyoruz çamaşırları; bu arada bizim çocuklar sahneye yavaş yavaş çıkmaya başladılar.. keman, zurna, bas, piyano, davul derken hepimiz çalmaya başladık. Birkaç dakika oldu olmadı ne göreyim! Bizim şalvarı giymeye çalışan genç çocukla göz göze geldim. Seyircilerin en önünde yani sahnenin hemen dibinde oynuyor; fakat donla. Bir yandan da bana işaret ediyor, ipe astığı kot pantolonunu gösteriyor.

Trockyablues, ne yaparsa amacına ulaşmış olacak?

Bir  “model” olması yetecek bizce. Düşünsenize bugün İstanbul’a düşmeyen, İstanbul’da düşmeyen hiçbir yerde  yükselemiyor. Hiç Kütahya’dan “oyuncu”,  Amasya’dan “ressam”, Çankırı’dan “piyanist”,  Erzincan’dan “balerin” çıktığını gördünüz mü? İstanbul’a düşmeyen, kimseye düşmüyor.  Yerel düzlemde ortaya çıkan sanatçı kişilikler ya da gruplar, öncelikle İstanbul’a gitmek ve “populerin endüstrisi” içinde yer almak, kabul görmek istiyorlar. Lüleburgaz Trockyablues bu anlamda farklı bir özellik taşıyor.

Sizi festivallerde, üniversite şenliklerinde, açılış törenleri gibi yerlerde görmemiz mümkün oluyor. Peki, 2019 senesi için planlanmış herhangi bir şey var mı? Nerelerde görebileceğiz sizi?  

Biraz geriden almam lazım bu sorunuza yanıt verebilmek için .. 2012’den sonra, sadece bizim için değil, bizden daha ilerde, “ünlü” birçok grup ve sanatçı için de geçerli olmak üzere  ciddi bir kriz yaşandığını söyleyebilirim.. gerek asayişle ilgili meseleler gerekse siyasetin etkisi ile Popüler müzik ve “kültür endüstrisi”ne teslim olanlar hariç olmak üzere bizim gibi gruplar için üniversite şenlikleri ve kamu alanları ( şehir meydanları vb.) etkinlik sahası olarak daraldı.. Ben hemen başında bunu sezmiştim. Grup olarak “seyirci korosu” adı altında salon etkinliklerine yöneldik. Devamında şirket geceleri, bayii toplantıları ve düğünlere geçtik. Durum budur.

18 Mayıs’ta  İzmir İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde konserimiz var.. Biletler “biletix”te satılıyor. Dinleyicilerimiz Bizi Instagram ve facebook’tan takip edebilirler.

Lüleburgaz Trockyablues ne olur ileriki zamanlarda?

Tüm bunlar varken bundan iyi olmaz. Durum bu.

Son olarak Çerezzine okurlarına bir mesajınız var mı?

Evet. Herkes düğününde derneğinde davul zurna çalsın istiyor; ama kimse çocuğu davulcu zurnacı olsun istemiyor.

Çerezzine ailesi olarak bir kez daha teşekkür ederiz.

 

Facebook Yorumları