AC: Çanta da çantaymış!

Kendini kapalı, büyük bir mekânda buldu. Mekân bomboştu. Bir otopark ya da pazar yeri olabilirdi. Nereden nereye geldim diye düşünmüyordu çünkü şekilciliğin bir anlamı olmadığına vakıftı; en azından kendi yolu için. Her şeye hâkim olmanın yanı sıra, her şeyin içindeki bir şeylere de hâkim olamayabileceği gerçeği onu germeye devam ediyordu. Onun elinde olan ve olmayan o kadar çok şey vardı ki, bu çatışma kısa varlığını bile yorgunlukla yüz yüze getiriyordu. Neyse ki yüz yüze gelmek korkulacak bir durum değildi; yorulmadan da yoluna devam edebilirdi. Arkasını dönmüşken yorgunluk onu kolundan çekip sarılmaya kalkarsa bak sen işe! “Şimdilik boş versene.” dedi kendi kendine, “Bu emek isteyen bir bilmece…”

Etrafını ararken dört beş metre ötesinde durmakta olan çantayı gördü. Para çantası olması muhtemeldi. Ağır ağır çantaya doğru yürüdü ki yakınından bir gürültü koptu. Takım giyimli bir adam üzerine doğru koşuyordu! Bakışlarından çantanın peşinde olduğunu anlayınca derhal hareketlendi. Belli ki çantanın içindeki şey değerliydi ve böyle bir durumda o çantanın en değerli kişi de olması gerekirdi! Yakında olmanın avantajıyla çantayı yerden aldı, tam koşacakken Adam üstünden zıplayıp tek bir hamleyle çantayı kaptı, doğrulup ileriye doğru hareket edecekken Solyaris onu bacağından yakaladı. Adam dengesini kaybedip yere düştü, düşerken çanta elinden fırladı. İkisi de çantanın havada süzülüşünü izlediler. Derken aynı kılıkta bir kadın çantayı havada yakaladı. Solyaris ve Adam birbirine baktı. Çok geçmeden koşmaya başlayan Kadın’ın peşine düştüler. Koşmuyordular.

“Adın ne?” diye sinirle sordu Adam.

“Soly-”

“Peki Soly, söyle kimin tarafındasın?”

“Şey, ben, nasıl?” diye anlamaya çalıştı Solyaris. Doğrusu adamın isim sormasına karşın, bir önceki gibi hayal kırıklığı yaşamamak için peşinen adını söylemişti ama belli ki şu an isim önemli değildi. “Neden koşmuyoruz?” diye konu dağıtmak istedi; bu şekilde parçalar toplayıp anlamlı bir bütün oluşturabilecekti.

“Çantanın peşinde olan ne ilk ne de son kişiyiz.” dedi Adam; hem kendisi, hem Solyaris hem de Kadın için. “Birazdan diğerleri de gelir. Fazla uzaklaşamazlar, ne de olsa bazı sınırlar var.” Hızlı ama anlaşılır konuşuyordu.

“Bir oyunun içinde miyiz?” diye sordu Solyaris.

“Evet.” dedi Adam alayla, “Sonunda bazılarımız yerden yere vurulacak!”

“Anlaşılan, çantayı bizim almamız gerekiyor.” diye anladı Solyaris, Adam’ın kılığına da bakılırsa ajan olmalıydı. “Senin adın neydi?”

“Bob.” dedi Adam, “Yanıma donanımlı birini göndereceklerini söylemişlerdi.” diye Solyaris’i baştan aşağı süzdü, “Doğrusu böyle bir şey beklemiyordum!”

“Kimin ne konuda donanımlı olduğunu bilemezsin.” diye savunmaya geçti Solyaris. Az önce çantayı kapıp kaçan kadın şimdi kaçtığı yerden geri dönüyordu. Bob’un tahmin ettiği şey bu olsa gerekti.

“Kaçacak yerin kalmadı!” diye seslendi Bob, “Bırak çantayı bana!”

“Diyelim ki bırakacağım!” diye alayla karşılık verdi Kadın, “Neden arkamdan gelenlere değil de sana bırakıyormuşum!”

“Çünkü ben daha yakışıklıyım!” diye sırıttı Bob.

“Bir şey yapacak gibi.” diye uyardı Solyaris, Kadın eliyle bir şeyler kurcalarken.

“Yapacak bir şeyi kalmadı ki.” diye umursamadı Bob, “Sınırın bu tarafında kıdemi düşüklere yer yok tatlım!” diyerek Kadın’a bağırdı.

“Öyleyse sınırları aşarız!” diye güldü Kadın, arkasından ikisi kadın üç kişi daha görüş açısına girdi.

“Bunu yapamazsın!” diye böbürlendi Bob.

“Neden olmasın? Duyduğuma göre kıdem atlamak için sınırları aşmak gerekiyormuş!” diye ekledi Kadın ve bir sis bombası çıkardı. Bombayı herhangi bir yere savurmak yerine dik açıyla tepesine fırlattı ve deli gibi koşmaya başladı. Solyaris ve Bob bir yandan, diğer üç kişi öteki yandan fırladılar. Kadın’ın gittiği yöne gitmek için sisin arasına girmek zorundaydılar.

“Bir şey yapacak demiştim.” diye söylendi Solyaris.

Sisin içindeydiler. Bob ona doğru dönüp sinirle baktığı sırada bir kola çarpıp yere kapaklandı. Diğer kadın da Solyaris’e çelme taktı. Kadınlar, yanlarındaki adamın Bob’a ve Solyaris’e üç beş tekme savurması ardından gülüşüp keyifle uzaklaştılar.

“Ne biçim ajansın sen?” diye inledi Solyaris, kaburgasına geçirilen tekmenin acısını cenin pozisyonunda dindirmeye çalışırken.

“Boşluğuma denk geldi!” diye kudurdu Bob, “Sen nasıl bir donanımlısın peki!” Solyaris cevap vermedi. “Kalk! Olay farklı boyutlara taşındı! Hemen gitmemiz gerek!”

“Sınır ve sınır dışı hakkında yeterli bilgiye sahip olmama ihtimalim var.” diyerek yeniden ayakları üzerinde durmaya çabaladı Solyaris. “Hele bir özet geç, bak nasıl donanım sağlıyorum!” Bob, öyle gözü dönmüş vaziyetteydi ki Solyaris’i umursamadan adımlarını hızlandırdı.

Arkalarında sis iyiden iyiye dağılmışken, kapalı mekânın çıkış kapısına varmışlardı. Kalabalık mı kalabalık bir metropolün ortasındaydılar. Solyaris’in sınır denilen şeyin çıktıkları bina, sınır dışı denilen şeyinse metropolün kucağı olduğunu anlaması uzun sürmedi. Burada çanta bulmak bir yana, çantalı birini bulmak bile deli işiydi!

“Nereden başlayacağımızı biliyorum.” dedi Bob.

“Sahi mi?” diye dehşete kapıldı Solyaris.

“Jennifer’ın çantayı vereceği kişileri tahmin edebiliyorum! Yarın sabah nerede olacaklarını da!”

“Sabaha kadar bekleyecek miyiz?” diye sordu Solyaris.

“Sen o vakte kadar arayabilirsin tabii,” diye gözlerini Solyaris’e dikti Bob, “donanımlısın ya hani!”

“Şey, tabii-”

Aniden metropolün ortasında yerden duvarlar yükselmeye başladı. Duvarlarla birlikte yükselen insanlar dehşet içinde fazla yükselmeden yere atlıyor, kalabalık oradan oraya kaçışıyordu.

“Haklıydın!” diye bağırdı Bob, “Sınırları hiçe sayan geniş bir ağ olduklarını öngörememiştim! Gitmezsek etrafımız duvarlarla sarılacak! Kalacağız!”

“Duvarlar aynı anda yükselmiyor mu ama?” diye telaşla sordu Solyaris, geldiğinden beri soluklanacak vakit bulamamıştı doğrusu!

“Evet!” dedi Bob, “O yüzden şimdi simülasyon olan duvarı bulman gerek!” Solyaris yüzüne şaşkınlıkla bakınca ekledi, “Simülasyon eğitimim yok! O yüzden yanıma seni istemiştim!”

“Pekâlâ!” diye heyecanlandı Solyaris, “Tamam, yapacağım.” Baktı. Karanlıkta ve kargaşada duvarları görmek bile zordu! Neyse ki her biri beşer metreyi bulmuştu. Bob deli gibi kafasını bir o yana bir bu yana çevirip duvardan duvara bakış gezdirirken o, duvar diplerindeki insanlara yoğunlaştı. Şansına olacak ki, herkes gürültü kıyamet çıkış yolu ararken pek sakin ilerleyen bir adama gözü ilişti; değneği vardı, önündeki yolu yokluyordu. Adam değneğini şehrin ortasında estetikten yoksun heykeller gibi dikilen o beşer metre duvarların birine savurduğu esnada, değnek herhangi bir engele çarpmadı. “İşte.” diye bilmiş bir tavır takındı Solyaris, heyecanının seviyesini mümkün mertebe düşürdü, “Orada bir engel yok.” diyerek az önceki adamın geçtiği duvarı gösterdi, “Bir simülasyon.” Bob takdirle yüzüne bakınca iyice abarttı, “Nerede olsa tanırım.”

“Başka şaklabanlıklar da yapacaklardır. Gidelim.” dedi Bob.

Sabaha kadar, Bob’un buluşma noktası olacağını öngördüğü meydana ulaşmak için uğraştılar. Meydan uzaktaydı, yayaydılar ve Bob etrafındaki herkese potansiyel şüpheli gözüyle baktığından kimseden yardım alamıyordular. Tabela dedikleri yön gösteren levhalar Solyaris’in oluşturmaya çalıştığı yer yön duygusunu birbirine katmıştı! Meydana çok yaklaştıkları sırada, bir an bile azalmayan o kalabalığın arasına güneş doğmaya başladığında, düşüp kaldılar. Ne de olsa şu buluşmanın gerçekleşmesine bir iki saat vardı. Yeni bir maraton başlamadan şekerleme yapsalar iyi olurdu…

Solyaris ilk kez yaptığından olacak, pek uyuyamadı. Hatta Bob gözlerinde gözlük, ağzı açık, kendinden geçmiş haldeyken onu dürtükledi. Bob hızla uyanıp ayağa fırladı, “Geç kalmadık ya?” diye sordu.

“Bunu nereden bilebilirim?” diye bocaladı Solyaris.

“Zaman duygusu denen bir şey yok mu sende!” diye söylendi Bob.

“Enerji.” dedi Solyaris.

“Ne?” diye anlamadı Bob.

“Işık.” diye ekledi, hala daha başka bir şey bilmiyordu ki!

“Meydan bize on dakika, güneş pek tepeye çıkmış sayılmaz.” dedi Bob kolaçan edip, “Gidelim.”

Bir süre yürüdüler. Ardından Bob kafasından birtakım hesaplar yaptı, “Hızlı yürümeliyiz!” dedi, “En azından şimdi yürüdüğümüzün dörtte ikisi kadar.”

“Yarısı kadar mı yani?” dedi Solyaris, “Bir buçuk katı?”

“Matematiğin iyiymiş!” diye tersledi Bob.

“Vortex.” kelimesi çıktı Solyaris’in ağzından.

“Nasıl?”

“Bilmediğin şeyleri bildiğin ve bildiğin şeyleri de bilmediğin zamanlar oldu mu hiç?”

“Joe bana neden bunu reva gördü kim bilir!” diye iğneledi Bob.

Kalabalık dün geceden çok daha azdı. Bu işlerine gelirdi. Koşar adım meydana girdiler, Bob gözlüğünü çıkarıp hızla etrafa bakındı. Solyaris nedense burada aradıklarını bulacaklarını sanmıyordu. “İşte oradalar Soly!” diye atıldı Bob.

Solyaris hızla kafasını çevirdi, ajan kılığından biraz olsun sıyrılmış başka bir kadın vardı orada, “N’apacağız koşacağız mı?” diye sordu heyecanı yeniden artarken.

“Elbette koşacağız! Elbette koşacağız! Koşmayacak olsak ne boktan bir takip olurdu bu!” diye gazladı Bob. Derhal topukladılar. Takip ettikleri kadın onları iki başka adama götürdü. İki adam Solyaris’i ve Bob’u görünce şaşırıp koşmaya başladı. Adamlar, dün gece sis bombası bırakan kadının yanına varıp çantayı ondan aldı. Bob çantayı görünce iyiden iyiye hızlanmıştı.

“Çantada ne var?” diye sordu Solyaris, aynı zamanda bu soruyu nasıl daha önce sormadı diye şaşırken. Nabzı hızlanmıştı.

“Bunun ne önemi var?” dedi Bob burnundan soluyup, Solyaris bu cevap karşısında şaşırdı, “Onu bizim eve ulaştırmamız gerek!”

“Hangi ev?”

“Biraz daha kovalamacayı sürdürürsek önümüzdeki adamların varacağı ev!” Solyaris’in siniri bozuldu, neden bozuldu tam bilmiyordu ama bu ucu kaçık atraksiyon onu germeye başlamıştı. Nihayet söz konusu evin önüne geldiklerinde Bob ve Adamlar karşı karşıya geldi. Birbirlerine uzunca bakışlar attılar…

Solyaris bu bakışma işini bir önceki deneyimine benzetti. Elinde pek bir şey olmamasına rağmen, bir şeyleri bir şeylere benzetiyor olması çok riskli değil miydi? Sonradan da emin olacağı gibi, aslında hiçbir şey hiçbir şeye benzemezdi. Çantaya doğru yeltendiğinde bu sefer ona çelme takan Bob oldu. “Bu nedendi?” diye kızdı Solyaris.

“O kadar uzun boylu değil.” dedi Bob.

“Ne, gerçekten mi?” diye kendi boyuna bir kez daha baktı Solyaris, “Emin misin?”

“Yoksa onu Jack mi sandın?” dedi adamlardan biri.

“Nasıl yani?” diye bocaladı Bob.

“Yine mi Jack!” diye gereğinden fazla öfkelendi Solyaris.

Her biri kafası karışık vaziyette dururken, Bob’un sırtına bir odun parçası gümledi. Bob bayılınca Solyaris nasıl olup da bayıldı diye şaşkınlıkla yakınına gidip inceledi. Odunu vuran kadına bakıp içini çekti; şimdiye kadarkilerden biri değildi. “Nasıl bir hayat yaşıyorsunuz ya siz?” diye söylendi.  Kadın adamlarla birlikte eve girdikten birkaç dakika sonra peşlerine gitti. Hala daha kahraman olabilmesinin yolu var mıydı? Besbelli kahraman çantayı veren kişi olacaktı. Öyleyse iş işten geçmişti! Ama en azından çantanın kime verildiğini ve içinde ne olduğunu öğrenebilirdi.

Eve girip izleri takip etti. En büyük odada, yatakta yatan halsiz yaşlı bir kadın vardı. Adamlar çantayı Yaşlı Kadın’ın kucağına koyup açtı. Solyaris tam da o ana denk geldi. Bob’a odun vuran kadın, çantanın içindeki kaseti eline aldı. Çantanın bir yerine elini attı. Elini attığı yerden bir bölme açılınca Solyaris ürktü. Kaset bölmeye konulup kapatıldı. Çantanın içinden garip sesler gelmeye başlayınca Solyaris öbür tarafa geçip, doğrudan çantanın içine bakmak istedi. Zaten herkes pek bir memnun vaziyetteydi ve kimse onunla ilgilenmiyordu.

“Bu mu?” diye sordu Yaşlı Kadın.

“Evet, işte torunun.” dedi Kadın.

Yaşlı Kadın gülümsedi. Solyaris, çantanın içinde oynamakta olan video kaydını görünce bir süre donup kaldı. Yeni doğmuş bir bebek elini emiyordu. Solyaris’in donukluk sebebi şaşkınlık değil, anlamamaktı. Bu düpedüz saçmalık değil miydi? Onu olduğu yerden alıp götüren şey her neyse bir an önce devreye girse iyi olurdu; burada daha fazla kalmak istemiyordu! Resmen koştuğuyla kalmıştı! Umuyordu ki bir sonraki süreç geçirdiği iki süreç gibi hayal kırıklığı olmazdı! Tam da istediği gibi, bir ses dalgası gelip onu boyut denizine sürükledi…

2.Bölüm’ün Sonu
Yunus Emre Işık

3. Bölüm bir sonraki hafta sizinle olacak, yorumlarınızı bekliyoruz…

Arayış – 1.Bölüm

Facebook Yorumları