Yurtdışından ülkeye dönmüş. Bi kaç işten kovulmuş. En son portatif kaynak makinesi satıcılığından istifa etmiştim. Tabii ki hesapta. İstifaymış. Ne istifası? Son yaptığım çıkıntılıklardan sonra kovulmam kesindi. Hayatın berbat olunca böyle insan kendine boktan yalanlar söyler. Umutlarım kırık, eve dönerken ara sokakta bir kiralık levhası çarptı gözüme. Tabi be abicim der gibiydi. Tabiiii işte bu. Alüminyum doğrama ve panjur dükkanı. Birden tıkırında bi dükkan hayali geçti gözümün önünden. Çıraklıktan gelmiş; bu işleri nasılsa öğrenmiştim. Ve hep asıl işim bu olmayacak demiştim kendime. Tükürdüğümü yalamıyorum diyen yalancıdır. Noolcak ki gencim, güzelim, yalarım, yutarım tükürüğümü. Bıktım artık kovulmaktan. Bir yerim olsun benim de. Abime danışıyım dedim. Ben dükkan açsam mı derken daha, çoktan vazgeçmeye başlamıştım ki. Kalk gidip bakalım dedi. Nasıl tamam dedim hala bilmiyorum. İşte burdayım. Dükkanımda. İşlerin rayına girmesi fazla uzun sürdü. İlk günler, çok genç ve parlak olduğumdan içeri giren müşteri patron nerde? diye sorduğunda,” ben”! diye cevap verirken sesim”karamurat benim”! diyen yeşilçam figüranlarına benziyor. Bir dükkan nasıl gerçek bir dükkan olur?? Bi kere gelenekleri oluşur. Mesela çırak çay demler. Ve çırak kalfa olur. Soba yanar. Radyo çalar. Hep aynı kanaldadır ve kısıktır. dinlemezsin. Müdavimlerin vardır. Çeşit çeşit. Toto veya at yarışı oynayan işsiz güçsüz tayfa ya da iş arayan talebe veya oğluna telefon ettiren yaşlı teyze, yoldan geçen kızları kesmeye gelmiş yeni yetme. Dekopaj lazım beş dakkalığına diyen ve bi daha getirmeyen yavşak herif ve tabii ki dükkanın asıl varlık sebebi. Müşterilerimiz. Çeşit çeşit. Ve bir de o dükkana alışan sokak hayvanları. Sev ya da sevme onlar gelir. İste ya da isteme onlar dükkanı ele geçirir. Sen dükkancısın. Ve sadece bize saygı duy çekil önümüzden, edasındadır hayvanlar. Kuralların var.”Al onları bi yerine sok’ der gibilerdir. Sokak hayvanları da olsa, ad takarsın. Mesela nedense tavırlarını bir şekilde o na benzettiğim erkenden ölen yavru kedi. Müslüm. Trafik kazası sebebiyle kuyruğunu kullanamayan ölü kuyruk caşua (okunuşu böyle siz aslını bilirsiniz). Bazen plastik tokmağımla vururdum kuyruğuna, hani can bu geri gelir melir diye. O etrafa bakmaya devam ederdi. Ben de bunu kullanırdım bazen. Mesela, bana aşık evde kalmış mahalle kızlarını şok etmek için. Kızların gözlerine korkutucu bakarak tokmağı kaldırır ve kedinin kuyruğuna küt diye indirirdim. Ay manyakkk çığlıklarına, kedi nooluyor der gibi sakince bakar, kıpırdamazdı. Veee eyvah Necdet. O yıllar tv’de ki o karaktere ne kadar benzerdi. Koca kafalı iri yarı, kirli suratlı. Hafif yamuk bakan alaca beyaz kedi. Mahalledeki tüm yavru kedilerin babasıydı. Dükkanın kapısına düzenli işerdi. Hatta ben orda dikilip mahalleyi keserken dahi. İşaretlerdi kapıyı ve beni, onun bölgesindeydik artık ne de olsa. Eyvah Necdet. Ağır abi. Ve bu sokak aleminin en kötü adamı, en tehlikelisi arada uğruyan arap adını taktığım siyah köpek. Hep koşardı. Hiç durduğunu görmedim. Parlak siyah bol kaslı bir kırma. Ciddi,suratsız ve soğuk. Kedilerin amansız düşmanı. Eyvah Necdet’i öldürdüğü gün ismini değiştirdim. Katil… Dükkanın insanları ve hayvanları birlikte yaşar. Çıkarları ve ya duyguları ve ya ruhları bu yerde çakışır ve dükkan dükkan olur. Ve birçok olay yaşanır. Ve yıllar geçer. Bir gün dükkanın da kıyameti gelir. Kapanır… Dükkancı ordan gider birgün. Ve oranın ruhunu yanına alır giderken. Gittiği her yerde o ruhla işaretler. Aynı eyvah Necdet gibi.

Facebook Yorumları