Merhaba! 

Hayatımda uzun bir aradan sonra tekrar duygularımla kalemimi kanatmak ve hislerimle ruhumdan taneler savurmak adına bu yazıya başlamak olmakta ki heyecanımı, duygularımı ve hislerimi kelimelerle ifade edemeyek olmamı ilk başta belirtmek isterim…

Evet, ”Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir…”

Efsane ünlü Alman edebiyatçı Johann Wolfgang Von Goethe’nin bu sözünü başlık olarak kullanmamın sebebini söyleyerek bu yazıma başlamak istiyorum;

İki gündür bir video takıldı aklıma ve sanki iğne gibi battı ve hançer gibi saplandı kalbime, çıkmıyor ve kalbimdeki ”yaşam niyeti” hassasiyetimin yarasını kanatmayı başararak, bu yazıma başlamama vesile olmuş oldu ve iyi ki de oldu çünkü bu yazıyı yazmaya çok ihtiyacım olduğunu bu akşam anladım ve bu yazıyı kaleme alırken, yorulan bu yürekten biraz melankoli, yaşlanan bu ruhtan biraz hüzün ve birazda acıyan bu kalpten bir sek kahve içmiş olacaksınız, tıpkı şu an bu yazıma başlamadan önce hazırlanırken hazırladığım ve şu an yanımda hazır kıta bana yardımcı olmayı bekleyen kahve ve şu an kısık sesle dinlediğim ağır tempoda sade piyano sesleri gibi…

”SIDE EFFECTS” başlıklı bu videoyu izledikten sonra çok etkilendim ve kendime bile ifade edemediğim ”YAŞAMA NİYETİMİ” daha iyi algılamış ve kendime ifade etmiş oldum çünkü bugüne kadar kendimden bile bunu gizlemişim meğerse, insanlara ruhumdan iyileştiren merhemler saçarken, kendi yarama merhem olmayı unutan bir insan olarak, otuz yaşımda…

Bu 1 dakika 30 saniyelik videoyu izledikten sonra içten içe kendi kendime dedim ki; ”Yeter artık! Yeniden yazma zamanı geldi…”

Başlıyorum! Umarım duygularımı hislerimi iyi ifade edebilirim ve umarım kalemim beni yanıltmaz, utandırmaz…

Hayatını insanlara mental, ruhsal, boyutsal, manevi vesaire; uzatmak istemiyorum orasını! Kısacası hayatını insanlara ”iyilik” yapmaya adayan hassas kalplere hitabendir bu yazım, umursamaz kalplerin okumaya devam etmemesini rica edeceğim…

Artık çok yorulduğumu ve bu yorgunlukla daha ne kadar devam edeceğimi bilemiyorum ve bu bilinmezliğin içinde kaybolup gitmeye başladım otuz yaşımda, yolun yarısında… Balkonda tütün içtiğim zamanlarda yanımda uçuşan ufak kelebek geldi şimdi aklıma, annem hep derdi ”zararlı o kelebek ev için” ve her gördüğümde öldürmemi isterdi… Ama ben asla kıyamazdım ve hala da kıyamıyorum; tıpkı bana zarar veren insanlara karşı iyilik yapmaya devam ettiğim gibi… O ufak ve gıdalara zarar veren keleklerden, uçamayan ve yerde can çekişen bir tanesini gördüğümde; hep bir elimin avcunun içine alırdım ve önce şöyle derin bir bakarım ve sonra ”Uçacaksın” derdim… Sonra Dünya’da gıdalara zarar veren diye bilinen o kelebek çeşidinden, Dünya’daki sayısını tahmin bile edemeyeceğim ne kadar milyarlarca o ufak kelebekten, tütün içerken yanımda uçamadığını gördüğüm, kanatlarının hasar gördüğünü fark ettiğim ve çırpınan bir karınca büyüklüğündeki kelebeğin uçması için sanki kendimden bir şeyler vermek isterdim, konsantre olur ve bildiğim bütün duaları okur o kelebeğin uçması için nefesimle o kelebeği okşardım çünkü bir parmağım bile değse daha kötü olabilir ve daha acı çekebilirdi… O yüzden, tıpkı insanların görmediği gibi yapmaya çalıştığım iyilikleri, o kelebeğe de dokunmadan, sadece inandığım duanın gücüyle ve kanatlarının açılması ve hareketlenmesi niyetiyle hafifçe nefesimi üflerdim… Bir yandan da takıntı halini alırdı çünkü o kelebeğin iyi olması için mental olarak üzerimde bir yıkım vardı ve o kelebek iyileşmeden o üzerimdeki mental yıkım düzelmeyecekti…

1 saate yakın uğraştığım bile olmuştur ve kelebekleri çok seven bir insan olarak. Hayatımda en sevdiğim iki canlı varlıktan birisidir kelebek, benim için çok özeldir; eşi benzeri olmayan bir varlık olmasının yanında, 24 saatlik ömrünün yanında, ”dakikaları değil, anı sayan” bir varlık olarak, ben de yerinin özel olmasının en çarpıcı metaforizması ise ”kelebek etkisi” yani ”kaos teorisi”dir ve bu teoriye olan ilgim, inancım ve ciddiyetimdir…

Her neyse! Nerede kalmıştık?

En sonunda sağa sola hareket etmeye başladığını görürdüm, yollarımızın kesiştiği onlarca kelebekten birisiyle… Yerde sağa sola kanat çırpmaya başlarken, sonra sıçradığını görürsün ve birden yeni uçmayı öğrenen bir kuş gibi uçup gider ve giderken sana kalan tek şey mental hazdır ve büyük bir mutluluktur, bu insana yeter ve daha da önemlisi, bir gün senin de kanatların kırılacak ve sen de senden güçlü varlıklardan yardım bekleyeceksin, belki de… Olamaz mı?

İnsanlar aklıma geldi şimdide, aah! İnsanlar üzerinde içimi dökmeye kalkarsam galiba sabahlayabilirim bu yazının üzerine… Saat şu an 21:04, günlerden de Salı’ymış, şimdi takvime bakınca öğrendim 🙂

Yüzümde garip bir tebessüm var şu an çünkü bu yazıyı yazmaya devam ederken üzerimde ki ruhen ve bedenen rahatlama hissini hiçbir sakinleştirici veremez… Galiba yıllar aradan sonra bir yazı yazmanın verdiği sakinleştirici etkisiyle sakinleştim ve birazda keyiflenmeye başlıyorum her nedense?.. Alkol artık 5 yılı aşkın süredir ağzıma sürmüyorum ama bu yazıya devam etmek beni sarhoş edecek galiba, bir saniye, bir yudum kahve molası…

İyi geldi! Şu an okuduğunuz şeyleri anı anına yazıyorum, yaşarken ve düşünürken, kahvemi içerken; daha doğrusu şu an ne yapıyorsam, ne düşünüyorsam ve içimden ne geçiyorsa onu yazıyorum; ne zaman yazı yazsam hep böyle yapmışımdır, Allah’ın bir lütfu olsa gerek, ne kadar güzel bir şey yazı yazmak; dünyalara değişmem…

Yazıya saygısızlık etmemek adına, kendimle alakalı kısa bir mola verdikten ve açıklamasını yaptıktan sonra konumuza dönmeye çalışacağım…

İnsanlar! İnsanlar? Evet, ismi bir an yabancı geldi de çünkü unutmuşum bir an kahve molasına dalınca isimlerini de, cisimlerini de; keşke hep unutabilsem çünkü çok canımı acıtıyorlar, dayanılmaz oluyor bazen…

Hayatın canımı acıttığı kadarda insanlar canımı acıtmıştır ve hayata eyvallahım vardır ama insanlara yoktur çünkü hayatın güllük gülistanlık olacağını kimse söylemedi bizler için ama insanların bu ”acımasız hayatın” yanında ”acımasızlıkları” işi daha da katlanılamaz hale getiriyor ve artık insanın bir süre sonra tahammülü kalmıyor ve yoluna insansız devam ediyor; insan olarak ailesi ona yetiyor ve bunu anlamaya başladıktan sonra her kim olursa olsun insanlardan kendini soyutluyor ve kahvesi, müziği, ailesi ile hayat serüvenine daha sakin ve daha yalnız bir şekilde devam etmeyi seçiyor, hassas kalpler için bu seçim her zaman kaçınılmaz oluyor; en azından ben böyle düşünüyorum… Ya siz?

Bir epilepsi hastasının veya şizofreni; dışarıya hava almaya çıktığında ki yaşadığı yıkıma hiç tanık oldunuz mu? Ya da şöyle söyleyeyim; hiç epilepsi veya şizofreni nöbeti geçirdiniz mi? Hayatınızda her şey yolu girmeye başlarken, artık daha güzel yaşayacağım derken, ”Hadi bir hava alayım” derken, evden biraz uzaklaştığınızda, tek başınızayken -ki tek başınıza olmanız bu durumda lükstür çünkü insanların yanında daha da panik olursunuz çünkü en azından insanlara belli etmek istemezsiniz o an ki durumunuzu ve bakışlarınız dokunlaşır ve yukarıya sabitlenir; insanlar kendilerine bilerek baktığınızı sanabilir ve bu yüzden o kendi içinizde ki kriz halinizdeyken size baktıklarını sandıkları için size o halinizle küfürde edebilir, saldıradabilir… Gerçekçi anlatmaya çalışıyorum çünkü bu dünya toz pembe bir yer değil, herkes bunu anlamalı…

Terlemeye başladım! Evet… Tıpkı o anlardaki gibi ter dökmeye başladım çünkü bunları yazmak ve hatırlamak yetiyor, hayatımda bu yaşıma kadar geçirdiğim, son 11 senede yüzlerce mental ve fiziksel nöbetlerden ”sadece birini” hatırlamam şu an soğuk soğuk terlemeye başlamam için yeterli oldu bu yazıya devam ederken, gerisini siz düşünün demiyeceğim, lütfen düşünmeyin çünkü kimse kimsenin çektiği acıları yaşamadan anlayamaz; dolayısıyla ben de dahil olmak üzere herkes haline şükretmeli; beterin beteri var bu hayatta…

Gözlüklerimi çıkardım şu an ve terlerimi silip yazıma devam ediyorum. Artık gözlerde bozuldu, zaten 10 yıldır rahatsızdı ve artık hayatımda ilk defa gözlük takan bir insan olarak yaşamaya devam ediyorum ve buna şükrediyorum, gözlerini kendi vatanı uğruna savaşta kaybeden gaziler geldi aklıma aniden, şu an bir tuhaf oldum ve ”gören gözlerime” olan ”Takmaya başladığım” gözlüklerden utandım, o savaş gazileri aklıma gelince; insanlar yormuş beni, bu kadar yazıp çizdiğime bakmayın; savaşta uzuvlarını kaybeden kendi vatanı uğruna uzuvlarını yitirmiş kahramanların yanında, benimki de dert mi?

Geçen gün bir video izledim, sokak röportajı… Şu an çok yoruldum ve son olarak buna değinip yazımı sonlandırmaya çalışacağım çünkü daha fazla terlemeye başladım savaş gazileri aklıma gelince…

Arka plandaki piyano sesi daha da hissettirmeye başladı şu an ve son bir konuya değinmek istiyorum;

Bir video izledim ve hayatımda ilk defa bu kadar kibar bir insana denk geldim hayatımda… Ankara’da yaşayan, yaşamını sokakta devam ettiren, babaannesi öldükten sonra evsiz kalan ve sokakta yaşayan bir insan… 3 dakikalık bir sokak röportajı ve o kadar kibar ki, insanların örnek alması gerek… Onun konuşmalarını dinledikten sonra kendi dertlerimden utandım ve ”battaniye altında hastayken” halimizden şikayetçi oluruz ya, sokakta yaşayan insanların hastayken değil battaniye altında yatmaları, dört duvar arasında, sıcak doğalgazla ısınma şansları bile yok, onlar hastayken gece karton seriyorlar ve lokanta dükkanlarının yanındaki havalandırmaların altına yatıyorlar, sıcak havalandırma buharından ısınmaları için… Halinize şükretmeniz için daha yazayım mı? Kusura bakmayın ama kendi kalbimde dahil olmak üzere ”halinize şükretmeniz için” sizin kalbinizi kalemimle kırayım mı? Bence yazımı sonlandırırken yeterli bir üslup oldu, sert tavrım umarım insanlar için anlaşılmıştır… Şunuda belirtmek isterim, ”hayatımda ilk defa bir yazımda sert bir üslup kullandım” ve bunu kendimde dahil olmak üzere, sizin ve bu yazıyı okuyan insanların bir şeyleri anlaması için böyle sert yazdım, lütfen kusuruma bakmayın siz 🙂 Kusuruma bakmayın; sadece, hayatın gerçeklerine bakın ve lütfen şükredin…

Ailenize, sevdiklerinize, inancınıza, beslediğiniz kedilere, köpeklere, kuşlara sımsıkı sarılın ve asla bırakmayın… ”Sevgi her şeyin anahtarıdır ve paylaştıkça çoğalır…” demişti Akademi Türkiye’de birinci olup, ülkemizin genç bir Rock yıldızı olmayı başaran ve genç yaştada trafik kazasında yaşamını yitiren, sürmeli gözlümüz, Rock müziğin kayan yıldızı BARIŞ AKARSU… Barış Akarsu’yu Akademi Türkiye yarışmasından beri takip eden ve birinci olması için hayranı olduğum bir şarkıcıydı, sonra bir gün geldi, o günlerde lise okuyordum, trafik kazası geçirdiğini ve komada olduğunu öğrendim ana haberde ve yıkılmıştım, sanki bütün betonlar kafamın üzerine düşmüştü… O anlarda hatırladığım tek şey, kaza haberini öğrenince beton duvarları sağ elimle yumrukladığım ve parmaklarımın üzerini yara bere ettiğimdi çünkü ben bu hayatta kimseye özenmemiş biri olarak, hayatımın istisnası Barış Akarsu hayatımda özendiğim tek insan olmuştur bu yaşıma kadar, 14 yaşımdayken sol kulağıma küpe takmak için ilk deldirdiğimde, Barış Akarsu’ya özenerek deldirmiştim kulağımı ve onun o taktığı halka küpeler gibi bir halka küpe takarak küpe takmaya başlamıştım ve artık takmıyorum; küpe bu Dünya’da en çok Barış Akarsu’ya yakışmıştı…

Sevmek ve sevilmek için bahaneler arayalım! Eskiden depressive black metal ile uğraşıyordum, bir şarkımın sonunda şunu söylüyordum;

”Dünya’da sadece bir noktayız ve tek acı çeken biz değiliz hayatta…”

O yüzden halimize şükredelim çünkü Dünya’da tek acı çeken biz değiliz, milyonlarca hasta var ve beterin beteri var, ey hassas kalpler!

Kimse de kendini bir şey sanmasın bu hayatta, böbürlenmesin ve kibirlenmesin çünkü uzaydan kendisine bakılınca, o övündüğü hanları, sarayları ve konakları uzaydan bakıldığında bir karınca kadar bile görünmüyor… Dünya’da kibirlenenlerde, kibirlenmeyenlerde; hepimiz bir noktayız ve herkes kendi yaşamından sorumludur…

Cerezzine yöneticilerine benim gibi aciz bir kul, hiçbir şey olan ve ”tek bildiği, hiçbir şey bilmediği” olan, yazarlık merdivenlerine tırmanmaya devam eden kardeşine böyle yazıları, platformlarında yazma fırsatı verdikleri içinde, var olsunlar!

Yarın ölecekmiş gibi yaşayalım, her günün sonunda gece yastığa başımızı koyduğumuzda ”hayatımızı sorgulayalım” ve dünya’ya fazla önem vermeyelim çünkü hayat fani ve sonsuzluk baki…

İNANIN HASSAS KALPLER!

KENDİ DÜNYAMIZDA YAŞAMAYA BAŞLADIĞIMIZ DA CEHENNEM YERİNE CENNET OLACAK DÜNYA’MIZ; SİZ YETER Kİ HASSAS KALPLİ OLMAYA DEVAM EDİN, HER NE KADAR YORULSAKTA…

Bir sonraki yazımda görüşmek ümidiyle…

Sevgiyle kalın!

– Yazan: GRİ METAFOR –

Facebook Yorumları