Merhaba, Çerezzine okurları için öncelikle sizi daha yakından tanıyabilir miyiz? Kendinizden bahsedebilir misiniz?

Canlı, neşeli, meraklı, konuşkan, sıcakkanlı bir çocuktum ve ilerleyen yaşlarımda bu hiç değişmedi. Annem sınıf öğretmeniydi, çoğu zamanım okullarda geçti. Tayinler dolayısıyla farklı şehirlerde yaşadık. Evlendim yine başka bir şehir. Karamürsel Kadın Sanatoryumu’nda memur olarak 5 yıl görev yaptım. Ağır hastalar, ölümler gördüm. Araya 99 depremi girdi. Orada da neler neler… İnsanlar, şehirler beni tamamladı. Dinlediklerim, gördüklerim, tanık olduklarım iyimser olmayı yine de gülümsemeyi öğretti. Özetle yaşadıklarını selamlayan, ayrılıkla ölümün farkına erken varan, hayata umut dolu bakan biriyim. Kitap okuyan, dil ve anlatıma, edebiyata ilgiliydim. Son yıllarda öykü yazmaksa yaşama sevincim.

Peki, hayatınızda dönüm noktası olarak nitelendirebileceğimiz edebiyatla tanışmanız nasıl oldu?

2012 yılında İstanbul’a taşınarak hayatım değişti diyebilirim. Yaratıcı Yazarlık Atölyelerine başladım, devamında okuma ve yazma çalışmalarım başka bir boyuta evrildi. Hocalarım, arkadaşlarım yüreklendirdi beni.

İlk öykünüz “Beştaş” Notos Öykü Dergisi’nde 2013 yılında yayınlanmış. Bu ilk sizde nasıl bir his uyandırmıştı?

Bu öykümün kahramanı keşke yaşasaydı, ona okusaydım, dedim. Büyük bir mutluluktu elbette.

Öykülerinizde oldukça samimi, içten bir dil kullanıyorsunuz. Karakterleriniz de hiç de yabancımız değiller. Bu içten karakterleri ve kullandıkları dili yaratırken nelerden etkileniyorsunuz?

Nedeni insanlarla çabucak kaynaşabilmem, konuşmalarını gizli ya da açık dinlediğim kulaklarım, tükenmeyen merak hissim diyebilirim.  İçimdeki canlılara duyduğum coşkun sevgi ve onları anlama çabasını da ilave etmeliyim. Bir  diğeri de farklı dil, şivelere karşı ilgim. Biraz da taklit etmeyi severim. Sıradan konuşmalardan büyük sorunları yakalamak… Gündelik hayatın en olmadık anında bir cümlenin yarattığı etki sanırım karakterlerimi ortaya çıkarıveriyor. Kim söylesin bu cümleyi, diyerek başlıyor her şey …

İlk kitabınız olan “Son Cevizlik” uzun yılların emeği ve kitaba da adını veren öykünüz aynı zamanda Nilüfer Belediyesi 2016 Yaşar Kemal Öykü Yarışması’ndan birincilik elde etmiş. Size ödül getiren bu öyküden bahsedebilir misiniz? Nasıl bir yaratım süreci geçirdiniz?

Bu öykü biraz benim değişen tüm değerlerimize karşı kırgınlığımın simgesi. Taşrada doğanın içinde geçen mutlu yıllarımdan kentlerin gökdelenlerine, fütursuz binalarına karşı isyanım. Arada kalmış çaresiz insandan, açgözlü doyumsuz insana bir çift sözüm. “Son Cevizlik” Yalova’da ağaçların altında ilk bölüm oluştu. Akşamüstü esen rüzgârda yaprakların hışırtısı sesim oldu. Avşa’da kaldığım pansiyondaki görevli bir gençle konuşurken, memleket neresi, diye sordum. Orhangazi’deki köyünün adını söyledi. Ceviz var mı oralarda, dedim. Olmaz mı, derken gözleri parladı. Sen, dedi, bir görsen, hele silkelerken, sanırsın, gök gürlüyor. Ellerimizde sopalar yağ tenekelerine düşerken… Sustu. Yarım bıraktı sözlerini. Adı Hasan’dı gencin. Esmer yüzüyle öyküme geliverdi böylece. Kavruk Hasan doğdu.

Peki, şu ana kadar Son Cevizlik ile ilgili aldığınız geri dönüşler nasıldı?

Çok sevindirici benim açımdan. Duygularımın okura geçmesi, onların içten övgüleri unutulmaz.

Sizin için vazgeçilmez olarak nitelendirebileceğiniz bir başucu kitabınız ya da olmazsa olmaz bir yazarınız var mı?

Ayla Kutlu, Firuzan, Vüs’at Bener, Sebahattin Ali, Hemingway, Cortazar hemen aklıma gelenler. Cortazar’ın Mırıldandığım Öyküler başucu kitabım ve defalarca okuduğum öyküsü Moebius Döngüsü.

Gün içerisinde kendinizi en üretken hissettiğiniz, yazmaya daha fazla yöneldiğiniz zamanlar var mı?

Sabahın erken saatleri, akşamüstleri yazmak için ideal zamanım. Kalan saatlerde okumaya çalışırım.

Yazmaya başlamak isteyenler ya da yazan ama ne yapacağını, nasıl bir yol izleyeceğini bilmeyenler için önerileriniz var mı?

Okumayı önemseyip anlamaya çalışsınlar. Günlük tutsunlar her şeyden önce. Büyük betimleme yerine yalınlığın değerini, duygu ve düşüncelerini aktarırken doğallığı kavrasınlar. Acele etmek, telaşlanmak kaybettirir. Sabır bu işin anahtarı ve bağlanmak sadakatle.

Sizce yaratıcı yazarlık ya da öykü atölyelerinin yazma üzerindeki etkileri nasıl?

Orada bilgilerin biraz damıtılmışı verilir. Büyük beklentiye girmek yerine araştırmayı derinleştirmek, yazılan öyküleri çözümlemeyi öğrenmek çok önemli. Eleştirilere kulak vermek, yazdığında ısrarcı olmamak, gerekirse yırtıp atıp yenisini yenisini yazmaya azmetmek, başaracağına inanmak ilk koşul bana göre. Atölyede öğrenmek adına bulunduklarını unutmamalılar. Öykünün temel öğelerine itiraz yerine anlamaya çalışsınlar. Öykülerin dilini, anlatımını tekrar tekrar sorgulasınlar.       

Üretkenliğiniz, yaratıcılığınızı geliştiren şeyler nelerdir?

Her zaman dinleyici ve meraklı olmam. Hayat hikayelerindeki acılara karşı duyarlılığım. Gittiğim her yerin bulutlarına bakarım. Toprağına, üstünde yürüyen her canlıya, ağaçlarına, bitkilerine… Biçimlerine, renklerine… Kokladığım en küçük yaprak yeter bazen.

Son olarak sizin eklemek, söylemek istedikleriniz var mı?

Bir çığlıkla doğduk hepimiz. Belki en güzel haykırmamızdı bu. Susturulmayı, zorlukları, yoksullukları, yoksunlukları öğretti zaman. Söyleyemediğinizi yazın beyaz kâğıtlara. Gülümseyerek, ağlayarak… İçinizden ne gelirse… İnanın işe yarıyor.

Çerezzine ailesi olarak değerli vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.

Facebook Yorumları