Kızıl bir sabaha açtım gözlerimi. Saat sabahın altısıydı. Diğer günlere nazaran daha savruk hissediyorum. Bunun sebebi de, hayatımın bütün anlam yükünü çeken, canımdan daha çok sevdiğim Tuana’nın birinci ölüm yıl dönümüydü. Son bir sene içerisinde Tuana’nın yokluğuyla hayatımda oluşan derin boşluklar yüzünden fazlasıyla yalnız hissetmiştim ve bu yalnızlık tüm kalabalıklardan daha fazla acı veriyordu. Kimseyi istemez hale gelmiştim. Bu sayede kafamda hep birkaç tahta eksik, kapı da ise birkaç misafir eksik halde yaşar olmuştum. Yine de buna aldırış etmeyip yarım uykumu tamamlamaya karar vermiştim. Bu eylemi hızlıca gerçekleştirip, tekrardan yastığa kafamı koydum ve uyudum…

Aradan geçen yarım saatin ardından rüya görmeye başladım. Aklımı tek meşgul eden kişi olan Tuana, tam da karşımdaydı. Şaşkınlığımı ve heyecanımı gizleyemedim. Bana doğru yaklaştı ve aniden ellerimden tutup alelacele beni sürükleyerek evden çıkarttı ve yalın ayak arabama bindirtti. Arabayı sürmemi istedi ve sürmeye başladım. Kısa süren yolculuğun ardından girdiğimiz “Menekşe” sokağında durmamı söyledi. Arabadan aynı anda çıktık ve sokağın diğer ucuna kadar birlikte yürüdük. Her şey çok garipti. Bir an duraksadım. Bu sokak onu gördüğüm ilk sokaktı, gözlerim dolmuştu. O an, kendimi saran kanatlarım en içten kaburgalarıma kadar batıyordu. Kısa süreli bir yalpalamamın ardından Tuana’ya doğru döndüm, ellerinden tuttum ve gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladım;

“ Seninle bu sokaklardan geçmiştik. Bizi biri görecek endişesiyle o güzel saçlarını aheste aheste sallandırarak önden giderdin. Adımlarımın hızından korkar, sana yetişmemek için çabalardım. Kalibremden şaşmış, göz kapaklarımın içine yığılmış bir ton korkuyla adım atmaya devam ederdim.

Bir adım sana yaklaşıyordum, sanki bir adım cennete. Sokak başından çıktığımızda ellerimiz birbirini bulur, hayat durur, sen ise gülerdin. Bu mükemmel detaylarda hayat bulurdum. Kafamda ki belirsizliği yenip, olumlu cümleleri dizerdim gamzelerine, kusurlarını örterdi. Sanki rüya da olduğum bu zamanlar kısa süre sonra sona ermişti. Yokluğunun yükü hala omuzlarımda. İsterdim son bir kez görmek, son bir kez kokunu doyasıya çekmek. Ama ne kadar kokunu içime çekersem çekeyim toprağın kokusu aynıdır…”

Söylediğim sözlerin ardından Tuana’nın yüzü düştü. Sonu olumsuzlukla biten cümlelerden haz etmezdi. Bunu fark ettikten sonra yanına yaklaştım elimi yüzüne götürdüm. O an sanki bir boşluğa dokunmuştum. Gerçeksi bir yansıma yüzünden bir anlık gaflete düşmüştüm. Tuana bana derince baktı ve bir iki adım geriye gitti ve ardından birden bire yok oldu. Duygularımın doruğa ulaştığı bu anlarda ise bu rüyayı daha fazla sürdüremedim ve kan ter içinde uykumdan uyandım.

ÇÖZÜM SANCISI

Gökyüzü vakitsiz bir zamanın dergahında ağır aksak aydınlanırken kafamda yine bir ton soru vardı. Vücudumu saran tedirginliğin ortasında aklım rehber olmaktan çıkmış, dilimde hükmedemediğim acı bir yalnızlık tadı beni esir alıyordu. Olumsuzlukları peş peşe dizilmiş, yakamı bırakmıyor gibiydi. Yine de tüm bunlardan kurtulacak güçteydim. Yatağımdan yalpalayarakta olsa kalktım ve mutfağa gidip kendimi ayıltmak içine kahve yaptım. Kahvemi içip ayılmaya çalıştığım esna da bir telefon geldi. Arayan Tuana’nın kız kardeşi İpek’ti. Telefonu hızlı bir şekilde açtım. Bugün kardeşinin ölümünün birinci yılı olduğu için benimle dertleşmek isteyeceğini düşündüm ama yanılmışım. Beni kendi müzik kursuna davet etti. Tuana’nın kadife sesiyle yorumladığı “Hoşça kal” şarkısını açıp, arkadaşı ile beraber enstrümanlarla çalacaklarmış. Beni de davet etti. Bunun anlamı çok büyüktü. Ağzım kulaklarım da hızlı bir şekilde hazırlanıp koşar adımlarla müzik kursunun olduğu mekana gittim. İpek piyano başındaydı. Bana baktı ve Tuana’nın seslendirdiği Hoşça kal şarkısını açıp bir yandan da piyanoyu çalmaya başladı. Arkadaşı Göktuğ da klarnet ile eşlik ediyordu. O sırada fayda yok diye kendi kendime söylenmiştim. İçimi açmanın ve başka bir boyuta yolculuk almanın imkansızlığı bir kez daha suratıma vurulmuştu. Kemanın tellerine dokunulduğu, piyanonun tuşlarına basıldığı an, içimde fırtınalar kopuyordu. Acılarımın enstrümantal bir dili vardı, birazda fevri. Bir boşlukta gibiydim. Aslında geriye dönmek için her şeyimi feda edebilirdim fakat bu saatten sonra bir daha bunun için çabalarsam tekrar en başa dönüp, olumsuz bir karmaşanın içinde kendimi bulabilirdim. Bu derin düşüncelere dalmışken şarkı sona ermişti. İpek yanıma geldi İki elimi avuçlarının arasına aldı; “Büyük bir duygusal boşluktasın. Sana Tuana’yı hatırlattığımı biliyorum ama o artık yok. Bende çok zor durumdayım. Biliyorsun anne ve babamı da erken yaşta kaybetmiştim. O da gidince bu hayatta başka kimsem kalmadı. Onları hatırladığım her an nefesim boğazıma düğümleniyor. Alışması çok zor, artık bir ailem yok” dedi. Konuşurken gözleri dolmuştu. O saatten sonra bir karar verdim; Tuana’nın yokluğunda hayatımı yokuşa sürüp mahvetmek yerine, ondan kalan son hatıraya gözüm gibi bakacaktım. Bu niyetle İpeğe sımsıkı sarıldım; “Bundan sonra ben senin abinim ve sen de benim kardeşimsin. İkimiz için de bu dünya da yaşamaya değer bir şey olsun.” dedim. İpek bu sözlerimle beraber çok mutlu olmuştu ve bende sözünü verdiğim gibi o gün bugündür İpek daima benimle, Tuana ise nefesimde ve hep kalbimde…

Facebook Yorumları