Kitap

Bana hayatta en fazla neyin eksikliğini hissettin diye sorsalar, hiç düşünmeden kitap okumamış olmanın derim. Kitap, olayları, kişileri, nesneleri,  ussal olarak değerlendirebilme yeteneği kazandıran belki de tek kaynak. Bundan mahrum olmak demek, değerlendirmeleri algılarımız ile yapmak demek. Algı, bireyin kendi duyusal verileri, mevcut öğretileri, deneyimleri, gözlemleri ışığında oluşan bir kavram. Algısal değerlendirme, öznel olan bir değerlendirme şeklidir. Öznel değerlendirme ile gerçeği göremeyiz. Başkaları tarafından oluşturulan kurguların esiri oluruz.

T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de yılda ortalama 7,2 kitap okunuyor. Seçici ve düzenli okuyanlarda bu sayı, yılda ortalama 14,5 kitap olarak gözükmektedir. Kitap okuma alışkanlığı olan kişilerde bile sayının düşüklüğü, oluşturulan kurguların esiri olma konusunda, vahameti gözler önüne sermektedir.

Elbette ki farklı noktalardan gelen itirazlar olacaktır. Dijitalleşen dünyamızda, birçok kişi vaktini makale okuyarak değerlendirdiğini söyleyecektir. Bu durum, eline aldığın, kokusunu içine çektiğin, seni başka diyarlara götüren bir kitap ile aynı değerde olabilir mi? Yapılan araştırmalar, kitap okumanın bilimsel faydalarını ortaya koysa da, birçok kitap ve makale yazan Einstein’a da söz hakkı vermek gerekir:

Belli bir yaştan sonra kitap okumak, zihni onun yaratıcı özelliklerinden saptırır.
Çok kitap okuyup da, beyninin çok azını kullanan herhangi biri, düşünmenin
tembel alışkanlıklarını edinir. Tıpkı vaktinin çoğunu tiyatroda geçirip, kendi
hayatını yaşamaktansa, başkalarının hayatını yaşamaya özenen birisi gibi…

Ne dersiniz? Kitap okumayı red eden bizler. Acaba hepimiz birer Einstein mıyız?

Begüm Gizbili / Büyük İstanbul Gazetesi
Facebook Yorumları