Osman Coşkun

Sevgili Osman öncelikle beni kırmadığın için çok teşekkür ederim. Okuyucularımız için öncelikle biraz kendinden bahseder misin? 

Estağfurullah, o teşekkür bana ait. Uzun zamandır böylesi bir sohbetin özlemini çekiyordum. Hem kendi aldığım karar neticesinde edebiyat camiasından biraz uzaklaşmıştım hem de akabinde bu pandemi süreci zorunlu olarak ayrı olmaya itti bizleri. Değer verip, bu sohbetin bir parçası olmama vesile olduğun için ben teşekkür ederim dostum.

Öncelikli olarak kendimden bahsetme hususunda son derece acemi olduğumu belirterek başlayayım. 2003 yılından beri yazmaya çalışıyorum. 2003 Aralık ayında ilk şiirimi yazmıştım. Yanlış hatırlamıyorsam 8 Aralık olması lazım. Uzunköprü’de lise okuduğum dönem. Ufacık bir öğrenci evim vardı. Deli gibi kitap okuduğum dönem aynı zamanda. Sonra işte şiirle tanıştım. Nâzım, Ahmed Arif, Hasan Hüseyin Korkmazgil falan derken, ben niye yazmıyorum düşüncesi hasıl oldu. Elbette bu saydığım üstatların yanında benim yazdıklarım havanda su dövmekten farksız, ama yazıyorum ve yazarak kendimi ifade edebiliyorum. Yaşayamadıklarımı yazıyorum diyordum başlarda, sonraları gördüm ki yazdıklarımı yaşamaya başladım. Gerçi onun ayırtına henüz varabilmiş değilim. Yazdıklarımı mı yaşıyorum? Yoksa tam tersi mi? İnan bilmiyorum. Biraz uzaklaşmama da bu düşünce sebep oldu aslında. Yazdıklarımı yaşamaya başladım gibi hissettim. Korkunç bir his bu! Diğer yandan da yazmak benim için müthiş bir terapi. Aynı zamanda da ben bugün bildiğim şeyleri yazmaya borçluyum. İnsan öğretmek için değil de öğrenmek için yazıyormuş aslında, bunu da yazarken öğrendim. 7 tane kitabım var, bildiğin üzere. Çoğu şiir. Edebiyata da şiirle başladım zaten. Şiir benim için çok önemli. Her zaman savunduğum bir şey var, hala daha savunmaya da devam ediyorum. Biz bu insanları ancak ve ancak şiirle kurtarabiliriz. Yani şimdiye kadar uygulanmış yöntemlerin bir işe yaramadığını gördük. Lakin genel bir kanı var, hattı zatında kutsal kitaplar da dahi şairlerin yalancı olduğuyla ilgili sıkça söylemler var. Bir keresinde bir yazımda demiştim ki; şairlerin o yalan dünyasını bir kere olsun deneyelim, nereden biliyoruz, o yalan dünyanın bugün gerçek diye yaşadıklarımızdan daha iyi olmadığını. Charlie Chaplin’in dediği gibi; “dünyayı anneler, şairler ve öğretmenler yönetseydi, kimseler sızlanmazdı.”

Velhasıl, yazarak yaşayan, yazarak düşünen, yazarak konuşan ve en nihayetinde bu dünyanın yazarak ve okuyarak değişebileceğine inanan bir adamım. 34 yaşındayım. Yolun yarısına çok az kaldı. Şimdiye kadar yaptığım hiçbir şeyden pişman olmadım. Çok hızlı yaşadım. Bir dönem siyasete de bulaştım ama ondan kendimi iyi sıyırdım. Tek pişmanlığımdır diyebilirim. Dünyayı siyaset değil, sanat, bilim, felsefe kurtaracak ve artık bu siyaset kirliliğini özel hayatlarımızdan çıkarmalıyız diye düşünüyorum. Devrim yapmak istiyorsanız, şiir okumalısınız. Şiirsiz devrim olmaz. Bakın dünya tarihine, bakın bizim tarihimize; öteden beri en çok korkulan kişiler hep şairler olmuş. Çünkü şair konuşursa yer yerinden oynar. Gerçek şairleri kastediyorum tabii, kendimden bahsetmiyorum 🙂

Son kitabın Zehra beni benden aldı diyebilirim, bu muhteşem kitabın hikayesinden ve içeriğinden okurlarımıza bahseder misin?       

Zehra aslında çok aceleye gelmiş bir kitap. Daha iyi olabilirdi. O günkü şartlar altında öyle bir kitap yazdım ve okuduğunuz kitap çıktı ortaya. Öncelikli olarak görüşlerin için çok teşekkür ederim. Zehra’nın hikayesi aşık bir adamın hikayesi, her baktığı yerde Zehra’yı gören ve tabirimi mazur görün lütfen, Zehra’yı ilahlaştıran bir şairin hikayesi. Benim hikayem olduğu konusunda çok fazla yanılgıya düştü insanlar, hala daha yazarın yazdığı şeyleri yaşadığı şeyler olduğunu zanneden birileri var. Ha benim hayatımdan hiç mi kesit yok? Var, olmaz olur mu? Yazarlar kendinden bir şeyler hikayelerine mutlaka işlerler. Ama bunu bir orana vurmam gerekirse %20 diyebilirim. Gerisi hikaye. Zehra diye birisi hiç olmadı benim hayatımda. Kavuşmayla sonuçlanmadı mesela kitapta ama, yine de öyle bir aşk yaşamak isterdim. Kavuşmayla sonuçlanmasa bile, aşkın verdiği o tatlı acıyı tatmak isterdim. O acıdan besleniyor aslında şairler. Eskiden ozanlar, platonik olarak aşık olurlarmış, gidip de söylemezlermiş sevdikleri kişiye, sonra bu imkansız aşkı içlerinde büyütüp büyütüp şiirler yazarlarmış. Zehra’nın hikayesi de aslında biraz öyle. Deli aşık bir şairin hikayesi. Bu kadar bahsedeyim, merak etsinler 🙂

Osman Coşkun Zehra

Zehra ilk okuduğumdan beri hep gözümün önünde bir film gibi gerçekten, en son konuştuğumuzda bir film projesi olabilme ihtimali üzerineydi, peki bu durumda bir gelişme var mı?     

Zehra’yı ben bir ay gibi bir sürede yazdım. 25 yaşındayken kendime 5 yıllık bir süre biçmiştim ilk romanımı yazmak için. 30 yaşında ilk romanımı yazacağım demiştim ve yazdım. Hiç aklımda yokken bir gece oturup başladım, tam bir ayda bitirdim. Redaksiyon vesaire ikinci ayında da raflardaki yerini aldı. Yazarken emin ol, senin yaşadığın hissiyatı yaşadım. Gözümün önünde film gibi cereyan eden olayları kağıda işliyordum sadece. Kafamın içinde bir yerde hep bu hikayenin kesinlikle film olması lazım düşüncesi vardı. Sırf bu yüzden dolayı, İstanbul’da iki ay süreyle senaryo kursuna gittim. Biliyorsun ben Keşan’da ikamet ediyorum. Her haftasonu kalkıp gittim İstanbul’a. Kursu bitirdim ama bir faydasını görmedim. Yazmanın kursu olmuyor bunu anladım. Senaryolaştırdım da Zehra’yı, lakin Türkiye’de her ne hikmetse çok zor işler bunlar abi. Yani birilerini tanıman lazım. Ya da işte İstanbul’da yaşaman lazım. Hep bir dirsek teması şart. Yoksa yapımcıların kapısını çal, ben geldim. İyi de sen kimsin? Demem o ki; hevesim kırıldı bir kere. Ha olur mu? Ben hayatta olmayacak hiçbir şey olmayacağını öğrendim. Öyle de yaşıyorum. Çok sevdiğim bir söz var. “Olan olmuştur, olacak olan da olmuştur, olacak yeni bir şey yok,” diye Ahmed Amiş Efendinin sözüdür. Kolyedir boynumda. Olan her şey olmuş. Biz sadece tiyatro sahnesindeyiz. Her şey olacağına varıyor 🙂

Ben yıllardır kitaplarını okuyan biri olarak, çok sevdiğim ve acaba bu sefer ne yazdı diye merak ettiğim yazarların her zaman en başındasın, bu dönemde yeni bir kitap çalışması var mı?     

Bende kitap yazma süreci sadece Zehra’da dur kitap yazayım diyerek başladı. Diğer kitapların hiçbirisi kitap olsun diye yazılan şeyler değildi. Birikenlerin bir araya getirilmesinden ortaya çıkan kitaplardı. Her an her şey olabilir. Gerçi bu ara kitap çıkarma işine de çok sıcak bakmamaya başladım. Çıkarır mıyım bilmiyorum! Yazdıklarımı blogumda yayınlıyorum artık! www.muharriradam.com ‘da güncel bütün yazılarımı, şiirlerimi, hikayelerimi vesaireleri takip edebilirsiniz.             

Tekrar Zehra’ya dönecek olursak, senin açından diğer yazdığın kitaplarla Zehra arasındaki en büyük fark neydi?

Yazdığım diğer kitaplarla Zehra’nın arasındaki fark, benim yazdığım ilk roman olması. Ya da işte roman girişimi diyelim. Bu arada az önce düşünmüyorum dedim, ama aslında Zehra’nın devamını yazmayı düşünüyorum. Yahut Zehra’yı tekrar yazıp, akabinde devamını yazabilirim. Ayrı ayrı iki kitap halinde de olabilir. Tekrar yazılmış haliyle devamı tek kitapta da olabilir. Bakalım neler olacak, ben de merak ediyorum.

Bu güne dek birçok dergi, fanzin gibi çok değerli oluşumlarda yer aldın, biraz da bu çalışmalardan bahseder misin?

Çok fazla dergi ve benzeri çalışmanın içerisinde yer aldım. Bizzat başını benim çektiğim oluşumlar da vardı. Mesela “Edebî Meclis” üç ay gibi bir sürede çok sağlam işler çıkardık. Mahir Ünsal Eriş, Tarık Tufan, Metin Fındıkçı vesaire bir sürü şaire ve yazara ulaşıp röportajları bizzat ben yaptım. Öyle ki çok ciddi ziyaretçi trafiği yakalamıştık. Tam da bu noktada yakalandık zaten. Site çöktü 🙂 toparlayalım falan derken domain süresini kaçırdık. Domain boşa düştü. Dağıldı gitti o iş öyle. İçerisinde olmaktan çok zevk aldığım işlerin başında YazarKafa Dergisi geliyor, seninle de YazarKafa’nın ilk yılı etkinliğinde tanışmıştık zaten. Çok değerli insanlar tanımama vesile oldu o iş. Aynı zamanda çok büyük bir başka iş olan ama kısa süren ArtFan var. Bir şeyleri bir yerde yanlış yapıyoruz ama, neyi nerede yanlış yapıyoruz, bilmiyorum. Umarım daha derli toplu işlerde yine o kadro bir araya gelir.

Osman Coşkun

Edebiyat ile ilişkin nasıl başladı ve en çok kimlerden etkilendin?

Benim edebiyat ile olan ilişkim Ahmet Kaya sayesindedir. Öğretmenim odur. Yapmış olduğu şarkıların sözlerinin şiir olması ve benim merak edip araştırmam neticesinde şairlerle taşıma serüvenim başladı. O kimmiş, bu kimmiş diye diye kitaplarına ulaştım. Sonra Yılmaz Güney Arkadaş filminde Melike Demirağ’ya Ahmed Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim kitabını hediye ediyor. Ahmed Arif’in şiirlerini de hem bestelemiş hem okumuş Ahmet Kaya. Onur Akın’ın şarkılarının büyük bölümü de yine şiirdir. Yani dinleyerek edebiyatı seven başka biri daha var mıdır bilmiyorum. Sonrasında da yoğun bir okuma maratonu başladı benim için. Bir ayda 32 tane kitap okuduğum zamanları biliyorum. Okumadan yazılmayacağını düşünenlerdenim. Beynin yakıtı okumaktır abi, okuyun! Ne bulursanız onu okuyun! Ama her şeyden önemlisi ve mutlaka şiir okuyun!

Osman Coşkun deyince her zaman öncelikle duruşu olan toplumcu ve ilerici bir yazar aklıma geliyor. Sen kendini nasıl tanımlarsın?  

Arif Damar diyor ki; “toplumcuyum, gerçekçiyim, ama toplumcu gerçekçi değilim.” Ben de olarak bu minvalde konumlandırıyorum kendimi. Ne kadar ilericiyim bilmiyorum. İlerici olmak için ne yapmak gerekiyor onu da bilmiyorum. Böyle tanımlamış olman bir yandan hoşuma gitti, ama diğer yandan da üzerimde büyük bir yük hissetmeme sebep oldu. Sorumluluk sahibi olmak gerekiyor sanırım ilerici olmak için. İlerici ya da devrimci. Bu tanımlara yaraşır olmak ve bu tanımlara yaraşır işler yapmak gerçekten çok zor. Biz yürüyelim, ilerleyelim, mutlaka birilerine ışık olacaktır yürüyüşümüz. Gerçekleri söylemekten korkmadan ve bu yozlaşmış dünyaya inat. “Sevgisizliğin dayatıldığı coğrafyalarda aşk şiiri yazmak bile başlı başına baş kaldırmaktır. En iyi aşk şiirlerine bakın. Devrimci ruha sahip şairler tarafından yazıldığını göreceksiniz.” Yedi güzel adam diye bir dizi vardı bir ara TRT’de, orada Cahit Zarifoğlu söylüyordu bu sözleri. Aşk ve şiir öyle veya böyle kazanacaktır.

Gel Bi Çay İçelim kült bir kitap gerçekten.  Benim de ilk okuduğum kitabındı, biraz bu kitaptan bahsedelim ve senin için bütün kitapların içinde diğerlerine oranla bir tık daha yeri farklı olan kitabın  hangisi? 

Hepsinin yeri yazıldığı döneme oranla farklı elbette. Ama illaki bir sıralama istiyorsan; şiir kitaplarımın arasında Çâre, sonra deneme, öykü ve şiirlerden oluşan Gel Bi Çay İçelim ve son kitap Zehra. Bunlar benim için böyle ama, senin için sıralama farklı olabilir. Gel Bi Çay İçelim benim ikinci baskı yapan tek kitabım. Onun için de yeri ayrı bende.

Osman Coşkun Gel Bi Çay İçelim

Son yıllarda en beğendiğin yazarlar kimler?   

Hasan Ali Toptaş, Mahir Ünsal Eriş, Murat Menteş, Hakan Günday. Yani daha da var. Birisini söylesek diğerine ayıp olur. Ama geçmişten bugüne ve yarına beğenmekten ve saygı duymaktan asla vazgeçmeyeceğim şairler ve yazarları sorarsan, Nâzım Hikmet, Ahmed Arif, Ümit Yaşar Oğuzcan, Cahit Zarifoğlu, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Attila İlhan, İlhan Berk, Ece Ayhan, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Can Yücel. Saymakla bitmez.

Sevgili dost sana beni kırmayıp sorularımı yanıtladığın için minnettarım. Son olarak dostlarımıza neler söylemek istersin?

Eyvallah dostum bilmukabele, o minnet benden size. Ben teşekkür ederim. Son sözleri sevmiyorum. Son olarak da ilk olarak da her zaman söylemeyi tercih ettiğim bir kelam edeyim madem; sevin bir birinizi. Herkes herkesi sevsin. Öyle zorunlu saygı gösterilerinden falan bahsetmiyorum abi. Ciddi anlamda sevmekten bahsediyorum. Samimiyetsiz samimiyet gösterilerinden bi sıyrılsın insanlık artık. En azından bizim dokunabildiğimiz insanlara bunu anlatmamız lazım. Sevmek parayla değil. Kibirleri bir kenara bırakın yahu. Ölüm var ölüm. Bu pandemi sürecinde ölüm sokaklarda kol gezmeye başlayınca insanlar ölümü hatırladı. Herkes deli gibi korkuyor. Kimse kazık çakmayacak yahu. Hepimiz öleceğiz. Buraya gitmek için geldik. Hiçbir zaman yarının garantisini vermediler bize. Her akşam başımızı yastığa koyduğumuzda ertesi güne gözlerimizi açacağımızın garantisi verilmedi. Böyle böyle bu yaşımıza kadar geldik. Ama şimdi iş öyle değil. Gözle bile göremediğimiz bir virüs tüm dünyayı izaha soktu. Ekonomiler alt üst. Psikolojiler alt üst. Her şey alt üst. Yine de korkmamak lazım. Alt üstten daha iyidir belki. Her şey bittiğinde sular durulduğunda sağ kalırsak şayet göreceğiz. Bu da bu şekilde tarihe not olarak düşülsün. Ha bir de son olarak, “KAHROLSUN KAPİTALİZM!”

Osman Coşkun

Facebook Yorumları