CO: Bir şemsiyenin iki yarısı!

Soğuğun inceden inceye nüfus ettiği yağmurlu bir gecenin içindeydi. Toprağın kokusu, havanın nemi, bu katıksız dinginlik hayli güzeldi ama üşüyordu. Kendisi için üzülüyordu. Onun için üzülecek biri bile yoktu henüz ve bu yürüdüğü yolu, lezzetten yoksun yapıyordu. Böylesi bir değişkenlik süreci içindeyken, yanında durabilecek kimi bulabilirdi ki? Kendi kendisine bile bu hadsiz devinim için küsmekteydi. Devinim halinde biri ancak devinim halinde olan başka biriyle yol alabilirdi; bunun başka bir alternatifi söz konusu değildi. Bu durumdan sıkıldı. Hem devinim boyutu kendine denk birini asla bulamayacağını düşündüğünden, hem de sükût içindeyken düşüncelerin baş göstermesinden dolayı sıkıldı. Düşüncelerin olmadığı yerde hareketler, hareketlerin olmadığı yerde ise düşünceler eyleme geçiyorsa bu paradokstan nasıl kurtulacaktı? Daha fazla ıslanmamak için hızlandı. Gökte yıldırımlar peydahlandı. Giderek ıslanıyordu ve nasıl kuruyacağına dair hiçbir fikri yoktu. “Acaba?” dedi, “Islanmaya başladıktan sonra toprağa karışana dek kuruyamaz mı insan?” Anlık bir dehşete kapılıp etrafında dört döndü. Sorular büyüdükçe huzur küçülüyordu. Hiçbir şey gözetmeden, saf cevapları almaya hazır olmadıkça, büyük sorular israftı ona.

Çok büyük bir şeyi başarıp düşüncelerini susturdu. Birkaç dakika hiç düşünmeden, yolculuğun bu safhasında onu bekleyenin ne olduğunu anlamaya çalıştı. Gökyüzünden aşağı doğru büyük bir şemsiyenin düşmekte olduğunu gördü. Şemsiye rüzgâra ve yağmura karşı öyle çetin duruyor ve öyle şaşmaz bir açıyla iniyordu ki Solyaris onu kendi şemsiyesi yapmak için arzuyla doldu. Onu düştüğü yerden almak için hızlandı. Bir süre yürüdükten sonra, şemsiyenin düşmekten vazgeçmiş gibi havada asılı durduğunu sanıp duraksadı. O durunca şemsiye yeniden düşmeye başladı. Yürümeye yeltendi ki şemsiye yine asılı kaldı. Bu durumu anlayamadı. Ayağını bir ileri bir geri yapmaya başladı, şemsiye de ona paralel olarak çiftlikte dans eden atlar gibi ileri geri gidip durdu. Ritmini değiştirdi, iki ileri bir geri, iki geri bir ileri… Üç geri, dört geri mi? Sonunda şemsiye şaşırdı ve pes etmişçesine durmaksızın düşmeyi sürdürdü. Solyaris hemen atıldı.

Şemsiyenin yere düşmesine on metre kadar kala yolu bir kadınla kesişti. Kadın’ın üzerinde beyaz bir palto, içinde siyah tulumdan bir elbise vardı. O da onu fark edince uzunca bakıştılar. Ardından şemsiyeye döndüler, şemsiye tam ortalarına inecek gibiydi; iniş açısı herhangi birine daha yakın durmuyordu. İkisi de vazgeçmeyip yoluna gitmeyince şemsiye sanki bakışlarla yön kazanıyormuş gibi bir Solyaris’e, bir Kadın’a doğru yalpalayıp durdu.

“Ne oynak çıktı bu da!” diye şemsiyeye kızdı Solyaris, ardından Kadın’a döndü, “Senin üzerinde palto var.”

“Sen de çıplak sayılmazsın!” diye söylendi Kadın, “Nerede senin erkekliğin?”

“Ne?” diye anlamadı Solyaris.

“Şemsiye diyorum, benimdir.” diye diretti Kadın.

“Hayır efendim!” diyerek şemsiyeye döndü Solyaris, yoğun olmasını umduğu bakışlarla bakmayı sürdürdü.

“Benim gözlerimde göz kalemi var! Benim bakışlarım daha etkili olacaktır!” diye alayla gülümsedi Kadın.

“Bende de sürme var!” dedi Solyaris Kadın’a bakmadan, şemsiyeye kilitlenmişti.

“Sürme mi var!” diye güldü Kadın, “Bak sen işe!”

“Tabii ki! Gözleri korumak gerek. Gözler ne kadar kıymetli haberin var mı senin?”

“Ha havasından değil yani?”

“Enerji!”

“Ne?”

“Işık!”

“Saçmalık!”

Nihayetinde şemsiye yoğun bakışlara daha fazla dayanamayıp ortadan ikiye bölündü. İki ayrı yarım olarak Kadın’ın ve Solyaris’in kafasına düştü. Şimdi ikisine de yaramayacaktı, Kadın ve Solyaris birbirlerine öfkeyle bakıp yollarına gitmek için yürüdüler. Solyaris öfkesinden dolayı hiç oralı olmamıştı ancak bu neresi olduğu belirsiz ağaçlı yolda önüne başka biri çıkmayacak gibi görünüyordu. Kafasını çevirip Kadın’a baktı, Kadın bakışlarını hızla kaçırıp önüne döndü. Solyaris durdu. Bir süre sonra Kadın yeniden arkasına döndü. Solyaris’in ilerlemediğini ve ona baktığını görünce önüne dönüp adımlarını hızlandırdı ancak birkaç adım sonra frenlenmiş gibi durdu. Dönüp soru sorar gibi kafa salladı. Solyaris ağır adımlarla yanına yürüdü.

“Jack diye birini aramıyorsun ya?” diye sordu Kadın’ın yanına varınca. Ses tonunda gülünç bir mızmızlanma vardı.

“Sen kimsin?” diye sordu Kadın, Solyaris cevap vermeye cesaret edemeyince, “Ben kimim?” diye ekledi.

“Sen sensin, ben de benim.” dedi Solyaris omuz silkip, “Yeterli olmaz mı?”

Kadın’ın gözleri birkaç saniye ışıldadı, ardından kendini toplar gibi yapıp resmen kükredi, “Sana kimsin dedim?”

“Şe-şey.” diye şoke oldu Solyaris, “Solyaris benim adım.”

“Hah.” diye bir anda sakinleşti Kadın, elini uzatıp tebessüm etti, “Ben de Asu.”

Solyaris, Asu’nun elini sıkıp gülümsemeye çalıştı, “Kızmazsan, burada ne aradığını sorabilir miyim?”

“Kadın başına, bu saatte, olayı mı?” diye kaşlarını çattı Asu.

“Şey, hayır.” diye hızla cevapladı Solyaris, kaşlar çatıldığına göre öyle bir olay olmaması gerekiyordu, tam olarak neyi sorduğunu da anlamamıştı zaten.

“İyi,” dedi Asu, “Ben…” Etrafına baktı, “Ne aradığımı arıyorum.”

“Gerçekten mi?” diye heyecanlandı Solyaris, “Ben de.”

“Bu kadar sevinecek ne vardı?” diye omuz silkti Asu, “Bunun iyi bir şey olduğunu mu sanıyorsun?”

Solyaris bir süre cevap vermedi, bunun üzerine Asu yüzünü göğe çevirip yer yer akmış makyajının büsbütün akıp gitmesini bekledi. Yağmur yağarken onların böyle sakin ve vurdumduymaz biçimde orada durmaları, yakından geçen biri tarafından deli damgası yemeleri için yeterliydi.

“Gitsek ya.” dedi Solyaris bu durumdan kurtulmak için.

“Nereye?” diye sordu Asu kafasını ona çevirip.

“Herhangi bir yere, ben buranın yabancısıyım.”

“Tuhaf adamsın.” diye sırıttı Asu, yürümeye başladı, Solyaris hemen takibe aldı, “Karnın aç mı?”

“Evet.” dedi Solyaris, karın ve açlık kelimeleri bir araya gelince hissetmişti açlığı.

“İyi, bir kafeye gidelim. Hem azıcık kururuz.”

Solyaris buna çok mutlu oldu. Bir süre hiç konuşmadan yürüdüler. Yağmur giderek dindi. Sanki atmosfer daha bir eğlenceli hale gelmişti, “Buralara yağmur yağmaz mı?”

“Sıklıkla mı?”

“Evet.”

“Öyle, yağmaz, nereden anladın?”

“Atmosfer değişti sanki, ya da yağmur susunca fark ettim.” diye cevapladı Solyaris.

“Eh, bu herkesin işi değil.” dedi Asu ilk kez olgun biri gibi konuşarak, sanki üç beş yaş birden büyümüştü, “Saçımın rengini umursamıyor gibisin ve geri kalan tüm detayları?”

“Görüyorum ya zaten.” diye omuz silkti Solyaris.

“Düşünmüyorsun ama, aklından geçirmiyorsun… Seni detaylara kilitlenmekten alıkoyan şey ne? Hem de bir kadın üzerinde?”

“Çok saçma sorular soruyorsun.” dedi Solyaris.

Asu ağzını açıp şaşırdı, sonra gülüp göz kaçırdı. Yeniden Solyaris’e baktığında, Solyaris’in etrafta bir şeyler arandığını fark etti, az önce söylediği şey gayet doğal bir akışla çıkmıştı ağzından demek ki; sitem, alay, sıkılganlık? Hiç. “Bana baksana sen.” diye Solyaris’in yeniden kendisinde odaklanmasını sağladı Asu, “Bak şimdi canım, iki erkek vardır: Biri kadınları sevmediğinden, haz edemediğinden hatta korktuğundan falan bahsedip kadın cinsi dışında kimseye hiçbir konuda itibar etmez; kendine bile. Diğeri ise önüne gelen kadını göz hapsine alır, kendini tatmin etmek için her türlü aşka, meşke bulaşır ancak zırnık itibar etmez. Şimdi sen hangisi oluyorsun onu öğrenelim?”

“Üçüncüsü.” dedi Solyaris kavramaya çalışarak.

“Ha evet, biri de ergen gibi bir o yana bir bu yana sallanır durur. Orası sanırım olduğun yer?”

“Dördüncü.” dedi Solyaris bu sefer, “Beşinci, altıncı, kaçıncı olduğunu kim bilir? Ne gereksiz gruplamaların var, kaç erkek varsa o kadar erkek, kaç kadın varsa o kadar kadın çeşidi vardır. Asıl korkunç olan, çeşidi çeşnilerle karıştırmış olmanız! Çeşni o çeşni.”

“Ne diyorsun oğlum sen ya?” diye alay etti Asu.

“Ne biliyorsam onu.” dedi Solyaris, “Gelmedik mi daha kafe dediğin yere?”

“Açık sözlüsün.” dedi Asu, “Ayrıca özlüsün bence. Nasıl uyak, tam senin tarzın!”

“Çok uyanıksın.” dedi Solyaris memnuniyetle.

“Teveccühün gülüm.” diye caka sattı Asu.

Metropolden çok uzak, sakin, neredeyse herkesin neşeli gözüktüğü caddeye çıktılar. Solyaris bol bol etrafı izledi. Yapmacık duran diyaloglar, abartılı tipler, her söylenene aynı abartılı kahkahalarla gülen insanlar… Sonrasında doğallığın kendini yapaylığa bırakıp uzaklaştığı sokaklar; balkondan balkona atışmalar. Fakir ve zenginin bir arada oturup kendi hallerine karşılıklı güldükleri cumbalar…

“Pekâlâ, artık oraya buraya bakmak yok, yalnızca bana bakacaksın.” dedi Asu, çok geçmeden bir kafeye oturup yemek yemeye başladıklarında.

“Nasıl yani? Bu bir evlenme teklifi mi?” diye sordu Solyaris nereden çıktığını bilmediği palas pandıras bir tavırla. Kafede oturan diğer insanlar kahkahalarla onlara güldükten sonra işlerine döndüklerinde Solyaris iyiden iyiye şaşırmıştı.

“Birlikte yediğimiz ilk yemek daha fazla sıkıcı olmadan konuya girmelisin bence diyorum!” diye kaş çattı Asu.

“İşte şimdi beni etkiledin.” dedi Solyaris.

“Aman lütfettin, desene sırada sen varsın, bakalım bu konuda başarılı olacak mısın?”

“Başarılı olduğumu sanıyordum?” diye üzüldü Solyaris.

“Acık özveri canım, öyle kolay lokma değilim.”

Solyaris önündeki yemeği yerken lokma kelimesine vakıf olmuştu ancak Asu’nun bu kelimeyi neden kullandığını kavrayamadı, belki de yanlış konuşmuştu; kahkahalarla gülmesi gerekiyordu! Birden gülmeye başladı. Asu şaşırınca, bu sefer kafedekiler onun şaşkınlığına güldüler.

“Neden gülüyorsun!” diye kızdı Asu.

“Burada kelimeler yanlış telaffuz edilince gülünmüyor muydu?”

“Evet ama ben yanlış bir şey söylemedim ki!” diye atar yaptı Asu.

“Atara atar, gidere gider.” dedi Solyaris ve yeniden… Kafedekiler gülmekten gözyaşlarını boğuldu! Solyaris, kendine hâkim olamadan ortaya attığı bu cümleler ve Asu’nun anlamaz bakışları için kendine gelir gibi olup, Asu’ya doğru eğilerek fısıldadı, “Bak, her ortama uyum sağlayan bir yapım var tamam mı, hem içsel hem de dışsal etkenlerden dolayı oluyor bu. Ben hikâyemi arıyorum! Benim kahraman olmam lazım! Anlıyor musun?” Asu önce donuk bakışlar atıp sonra kafasını hafiften salladı, “Çok güzel! O zaman bana yardım eder misin?”

“Yaparım tamam ama hesabı sen ödeyeceksin.” dedi Asu sesini yükseltip yarım ağız sırıtarak, kafedekiler yine kahkahalara boğuldu.

“Bak, sen de bunun içindesin! Kurtar kendini!” dedi Solyaris, “Bana yardım etmenin başka bir yolu yok.”

“Sana yardım edeceğim diye!” diyerek ayaklandı Asu, “Ait olduğum yeri ve kimliği terk etmemi mi istiyorsun sen!” diye gürledi.

Solyaris bu ani ve şiddetli tepkiye karşı şoke oldu, “Hayır, benimle çıkmanı istiyorum.” diyebildi.

“Ne?” diye aniden sakinleşip güldü Asu, “Deli oğlan seni…” diye sevimlilik yapmaya başladı, “Çıkalım.”

“Tamam,” dedi Solyaris kafedeki insanlara dik dik bakarak, “ama önce buradan.” İşte şimdi kahkahalara alkışlar ve ıslıklar da eklenmişti.

Solyaris ne diye böyle oldu diye hepten şaşırırken Asu’nun yüzü kızardıkça kızardı, “Bunu yapmış olamazsın!” diye gözünü öfke bürümüş halde Solyaris’e baktı. Solyaris’in anlamaz bakışları üstüne, “Seninle kafeden ‘çıkmamı’ istedin yani öyle mi!”

“Ha-hayır!” diye ayaklandı Solyaris korkuyla, o korktukça kafedekiler keyifleniyorlardı, “Buradan çıkmanı istedim, bu hikâye evreninden!”

Kahkahalar kulak çınlatırcasına yükselirken, Asu önündeki bir bardak suyu hızla Solyaris’in yüzüne çarptı. Solyaris daha fazla dayanamadan kaçtı. Ne garip yerdi burası! Asu’nun kahkaha çıkartmalı sövgüleri peşinden gelirken, koşabildiği kadar hızlı koştu. Caddeye çıktığında arabanın bir tanesi adamın birini ezdi. Dehşete kapıldı ancak ezen araba hiç durmadan giderken, ezilen adam sanki ezilmemiş de sarhoşlamış gibi ayağa doğrulup yalpaladı. Yalpalaması son bulduğunda yere düşüp bayıldı. Görenler gülmeden geçmediler!

“Lütfen!” diye haykırdı Solyaris, “Yok mu şöyle akla mantığa uygun, hesaplarla örülü bir dünya? Yok mu kahraman olabileceğim başka bir yanılsama! Neden çıktıysam yokluktan? Yok olmanın dayanılmaz hafifliğini istiyorum!” Solyaris son kelimesi bittiği anda puf diye yok oldu. Ne komik bir yok olma şekliydi o öyle…

 

3.Bölüm’ün Sonu
Yunus Emre Işık

4. Bölüm bir sonraki hafta sizinle olacak, yorumlarınızı bekliyoruz…

Arayış – Bölüm 1
Arayış – Bölüm 2

Facebook Yorumları