Sakin Sabahlar Ülkesi, Zirvedeki Yalnızlık, Selluka ve Muşkara’nın Sessiz Çığlığı kitaplarının yazarı İlker Günaçgün ile edebiyata dair samimi bir röportaj gerçekleştirdik.

Merhabalar, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkürler. Sizi daha yakından tanımak isteyen okurlarımız için kendinizden bahsedebilir misiniz?

Merhaba, asıl ben teşekkür ediyorum beni düşünüp sayfanızda yer ayırdığınız için. Kendimden kısaca bahsedecek olursam, 1976 Adana doğumluyum ve halen aynı şehirde ikamet etmekteyim. Özel bir bankada güvenlik görevlisi olarak çalışıyorum ve aynı zamanda yazın dünyasında da var olmaya çabası içerisindeyim. Okumayı öğrendiğim günden itibaren kitapların sihirli dünyasının içindeyim diyebilirim size. Kimsenin bilmediği 2000 yılında kendi çabalarımla yayımladığım ‘Benim Kitabımda’ adlı ilk eserimin acemiliğini üzerimden attıktan sonra 2011 yılının başlarında ‘Sakin Sabahlar Ülkesi’, ardından ‘Zirvedeki Yalnızlık’, ‘Selluka’ ve son olarak da ‘Muşkara’nın Sessiz Çığlığı’ adlı kitaplarımı okuyucularımla buluşturdum.

Peki, hayatınızda dönüm noktası diyebileceğimiz edebiyatla tanışmanız nasıl gerçekleşti?

Birçok ünlü yazarın etkilendiği ve hayatını değiştiren bir kitap ve o kitabı yazan bir yazar olmuştur. Orhan Pamuk’un ‘Yeni Hayat’ adlı eseri ‘Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.’ cümlesiyle başlar. Cemal Süreyya Aslında ikinci bir doğum tarihim de var benim: 1943. Dostoyevski’yi okudum, ondan sonra hiç huzur kalmadı bende. Beni edebiyata, şiire iten şeylerde tuhaf bir şekilde en çok bir romancının, Dostoyevski’nin etkisini buluyorum.” der onunla ortaokulun ilk yıllarında tanışmıştır. Benim hayatımda da böyle bir dönem oldu John Fante, Charles Bukowski’nin Tanrım ve sadeliğin efendisi dediği adam. Parası olmadığı için halk kütüphanesinden kitap alarak içindeki okuma aşkını dindiren Charles Bukowski, bir gün rafların birinde John Fante’nin ‘Toza Sor’ adlı kitabı ile tanışır ve hayatı değişir. Ve ben de bir gün yeraltı edebiyatını araştırırken Charles Bukowski kitaplarıyla tanıştım sonrası zaten içimde olan yazma aşkını ateşlemeye yetmiştir.

Ayrıca özel bir bankada da iş yaşamınızı sürdürdüğünüzü biliyoruz. Bunun edebi hayatınıza yansımaları nasıl oluyor?

Maalesef bazı temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için tam zamanlı olarak çalışmak zorunda kalıyoruz. Gönül isterdi ki yazdıklarımızla ekonomik olarak hayata tutunalım ama bu şimdilik imkânsız gibi. Çalışma hayatı tüm yazarlar için kâbus olmuştur çünkü yazma eylemi ona zaman ayırmanızı ister. Günde en az altı saatinizi ayıracağınız başlı başına bir iştir yazmak. Bazen yazdığınız konu ile ilgili onlarca kitap okumanızda gerekebiliyor bu yüzden hem tam zamanlı bir işte çalışmak hem de yazmak inanın çok zor. Yazdıklarınızı ister istemez etkiliyor bu genelde olumsuz oluyor. İkisinin bir arada gitmesi beden ve zihin yorgunluğunuzu aşmanız ve klavyenin başına oturmanız, okuma yapmanız, sanıyorum yazmayı sevmekten başka izahatı olmayan bir durum.

Zirvedeki Yalnızlık, Sakin Sabahlar Ülkesi ve Selluka isimli romanlarınızın ardından en son olarak Muşkara’nın Sessiz Çığlığı’nı okurlarınız ile buluşturdunuz. Şu ana kadar Muşkara’nın Sessiz Çığlığı ile ilgili aldığınız tepkiler ne yöndeydi? Beklediğiniz gibi miydi?

Muşkara’nın Sessiz Çığlığı’nın editörlüğünü de Çerezzine ailesinden Müge Gökkurt yaptı bu arada 🙂 Nevşehir’de peri bacalarının gizemli atmosferinde geçen bir polisiye roman. Beklediğimden iyi tepkiler aldım bu son eserimle ilgili. Tabi ki her okuyucu farklı bir gözle okuduğu ve duygu yoğunluğu yaşadığı için kitabın sonu hakkında kendi fikirlerini de ulaştırdılar bize. Okuyucu kendini olayların ve romanda aktarmak istediğim duygunun içinde hissetmiş, yazmak bir duygu, bilgi paylaşımıdır bunu da gelen tepkilerden başardığımızı gördüm.

Muşkara’nın Sessiz Çığlığı’nı okurken kendimizi adeta bir filmin içerisinde buluyoruz. Polisiye öğelerin ağırlıkta olduğu bu romanınızı senaryolaştırma gibi bir düşünceniz var mı?

Nevşehir, Avanos o bölgeyi ilk gezdiğimde ve yeraltı şehirlerine indiğimde ilk aklımdan geçen şey ‘burada güzel bir sinema filmi çekilir ya da sıkı bir polisiye roman yazılır’ olmuştu. Roman kısmını gerçekleştirdik ama sinema filmi işi biraz daha kapsamlı ve organize olmak gerektiren aynı zamanda da bütçe gerektiren bir iş olduğu için onu işin ehli insanlara bıraktık. Okuyucularımızdan da bu tip de sorular çok sıkça geldi ve halada geliyor. Bir gün bir teklif gelirse senaryolaştırırız yeter ki bir şeyler yapma, üretme çabası içinde olan insanlar çıksın karşımıza.

Eserlerinizi yazarken özellikle etkilendiğiniz unsurlar var mı peki? Ya da yaratıcılığınızı tetikleyen şeyler?

Hayatım. Sokaklar, insanlar, haksızlıklar, kısaca yaşam etkilenmeme ve yazmama yetiyor. Ama özellikle ‘Yalnızlık’ kavramı beni etkileyen ve eserlerimi yazarken ki yaratıcılığın başında geliyor.

Peki, başucu kitabım ve yazarım diyebileceğiniz, özellikle de sizi derinden etkileyen yazarlar, eserler var mı?

Dostoyevski ve Tolstoy başta olmak üzere, Charles Bukowski, John Fante, E.M.Cioran, bu yazarların tüm eserleri. Fernando Pessoa ‘Huzursuzluğun Kitabı’ Albert Camus ‘Yabancı, Sisifos Söyleni,’ Jack London ‘Marin Eden’…

Okuma gruplarında da oldukça aktif olarak katılım sağladığınızı biliyoruz. Sizce bu tür grupların ya da atölyelerin gerek okura, gerekse de yazarlara ne tür katkıları var?

Evet. İkisi açık biri kapalı üç okuma grubuna elimden geldiğince katılıyorum. Farklı illerden okuma gruplarının da davetlerine icabet ediyorum güzel söyleşiler gerçekleştiriyoruz. Sosyal medya şuan hemen hemen her şeyi yönlendiren bir pozisyonda bu tür gruplarında sosyal medya hesapları var ve toplantılar sonunda oradan okunan kitapların yorumları ve fotoğrafları da paylaşılıyor. Bu görseller yüzbinlerce kişiye ulaşabiliyor, bence bir kişiyi bile aktif okuyucu olarak kazanmayı sağlarsa başarılı olmuş demektir etkinlik. Yani insanlara okumaları gerektiğini hatırlatıyor ve teşvik ediyor aynı zamanda da. Tabi bu durum kitabı okunan yazar içinde faydalı bir durum bir anda birçok kişiye eserleri ulaşıyor ve toplu alımlar sağlanarak okunmaları daha çok kitlelere seslerini duyurmaları sağlanıyor. Bu arayıp da bulunamayan bir nimettir bence. Ayrıca çok dikkatli okuyucular sayesinde fark edilemeyen bir hata varsa onu da fark etmeleri açısından çok faydalı.

Peki, yazın hayatına bir şekilde girmek isteyenlere neler önerirsiniz? Siz nasıl bir yol izlemiştiniz özellikle ilk eserinizle okurun karşısına çıkarken?

Yazmaktan önce bol bol okumak gerekli, önce okumalarını tavsiye ediyorum. Her şeyi ama her şeyi ellerine ne geçerse okumalılar. Okumalılar ki her şeyden bilgi sahibi olsunlar bu durum yazarken de işlerini kolaylaştıracaktır. Zamanla iyi bir okuyucu olma yoluna girdiklerinde zaten kendilerini çeken kitapları ayırt edebilecekler, örneğin psikoloji, felsefe, tarih, korku, polisiye v.b.

Ben de aynı yolu izledim okudum, okudum, boş bir bardak düşünün yeteri kadar okuduğunuzda o bardak dolmaya başlayacak ve sonunda taşacak işte o taşma anı yazmaya karar verdiğiniz andır. Ha birde cesur olmalılar yazmayı düşünüyorlarsa. O ne der ailemden insanlar ne der, arkadaşlarım dalga geçer mi? gibisinden düşüncelere kapılırlarsa bu eylem başlamadan biter.

2019 senesi için bizi bekleyen yeni öyküler, roman var mı peki? Bahsedebilir misiniz?

Bitmiş bir dosyamız mevcut, ‘Kaçış Noktası Gelidonya’ adında ama şu an ‘Muşkara’nın Sessiz Çığlığı’ üzerinde yoğunlaştık, yayınevim en kısa zamanda onu da okuyucularla buluşturacaktır. Bu vesile ile Servet yayınevi sahibesi Servet Selçuk Hanımefendiye de bana güvendiği için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Son olarak Çerezzine okurları için eklemek, söylemek istedikleriniz var mı?

Sizlere ve ekibinize çok teşekkür ediyorum. Okuyucularımıza da sevgi ve saygılarımla birlikte bol edebiyat, şiir, müzik ve sanat dolu günler diliyorum. Tekrar teşekkür ederim.

Çerezzine ailesi olarak bir kez daha teşekkür ederiz. 

 

 

 

Facebook Yorumları