Bekleme salonundan içeri adımımı attığımda çoktan vazgeçmiştim içeri girmekten.. dışarıya attım kendimi.. yasak masak bi şekilde sigara içmek istiyordum.. bi kenara pısıp çevreye baktım… kameraların az olduğu ıssız istasyon köşesine gidip sigaramı yaktım.. neden sonra uzaklardan gelen ses ve ışık uyandırdı beni.. sigaramın bitmesini beklemeden geldi tren….. dalmışım.. Tren uzak yerlerden gelmiş olduğundan sıkıntı kokuyor insanlar, kapıları eski ve yaşanmışlık dolu… yolcular varmaya yakınlar evlerine.. bu son iki saatlik bölümüne katılıyor olmama rağmen, hep oradaymışım gibi çabucak ayak uyduruyorum ortamdaki sıkıntıya.. boş koltuk bulmam bir mucize… hemen yan koltukta kitap okuyan gözlüklü güzelce bir kız var.. karşısındaki sevgilisi ve ya arkadaşı olabilir… çünkü arada bir kaçamak bir şekilde kızın vücuduna göz atıyor.. gizli ve utangaç yaşanmamışlık kokan ya da ben öyle sanıyorum.. neyse…. az ilersinde çok çoçuklu aile, çoçuklarıyla yaptıkları mücadeleyi kaybetmişler.. anne uyukluyor ve baba kaybetmiş iktidarı.. çocukların zaferini kabullenmiş.. muzaffer çoçuk babasının kucağında ve onun burnunu sıkarken bana bakıyor.. ifadesi yok.. şaşırıyor mu? korkuyor mu? kızıyor mu? anlaşılamıyor.. çoçukları işte bu yüzden severim ve merak ederim… nasıl görünüyorum ona ve ne hissediyor??.. hayal güçleri ne kocamandır onların… kaşlarımı oynatıyorum gözleri açılıyor… ellerini vuruyor birbirine.. tam çözecekken birbirimizi restorandan dönen bir memurlar grubu geçiyor aramızdan bölüyor bakışmamızı.. çoçuk ilgisini kaybediyor.. çeviriyorum başımı.. pencereden berbat dumanlarını savuran fabrikaları görüyorum.. korkunç büyüklükte bacaları ile yaşamadığıma dua ettiriyorlar bana, buralarda.. ilk istasyona geldiğimde bekleyen insanları gördüğümde ben de çok küçüktüm şu çoçuk gibi…. ne anlamsızdı istasyon.. bir kaç bank ve oturanlar neyi bekliyorduk.. ve nasıl gelmişti tren?.. bir mucize…. trenler hep aynı hissi verdi bana.. mucize…. babam ölmemiş takım elbiseli.. ve ben kucağındaydım… dışarı bakardım.. çok saçma gelirdi herşey.. devamlı geçen elektrik direkleri.. biz mi giderdik onlar mı algılayamazdım.. hayal gücüm mü yaratıyor bu algı bozukluğunu??… trenin raylardaki sesi mi? bilmiyorum.. indiğimiz istayonlar’da çabucaktı herşey.. çabucak yürürdü insanlar… çabucak satılırdı tren istasyonundaki büfede, kırmızı ışık altındaki salça havuzundaki sosisliler.. çabucak koştururdu minibüsçüler.. ve babam… babam da elimden çabucak tutup çekerdi…. ayaklarım çabucak yerden kesilirdi.sonra… sonra büyüdük… ve lise yıllarında kaçak bindiğimiz trenler.. serserilik her getto çoçuğunun kaderidir… meslek lisesinden arkadaşım celal’le birlikte.. onun işyeri oldu istasyon zaten daha sonra… ıvır zıvır satardı… askere bu istasyondan gittim…. bakırköy den almıştım kağıdımı askerlik şubesinden. bitirdim teskereyi bu istasyondan gelerek aldım.. celal in devamlı takıldığı yerdi burası… döndüğümde de evine gitmiş ve bulamamış ve annesinden öğrenmiştim ölümünü….. en yakın arkadaşım celali bu istasyonlarda kaybettim… öldürmüşlerdi hiç için. bıçaklamışlardı sahipsiz öksüzümü. halkalı sirkeci hattı.. 70’ler, 80’ler, 90’lar… geçen yıl gördüm.. şehrin büyümesiyle fırlatılmış kenara bu hat…. her yeri kapalı… girilmesi yasak.. her yeri sökülmüş…. ben her trene bindiğimde hep aynı yerde bulurum kendimi.. halkalı sirkeci hattı… 70’ler, 80’ler, 90’lar… ve zaman bu istasyonlarda geçti.. çabucak.. nerde trene binsem ve nereye gitsem… ben hep bu istasyonda inerim.. ve ne kadar yalnız yürüsem de biri çekiyormuş gibidir elimi.. o belki celal’dir belki de babam…

Facebook Yorumları