cmylz

Kış böyledir, hep bir dün olma hali.

Kapıyı kapattım, arkasına taktığın anahtarlığın şıngırtısını duydum.  İki tanesi senin evin; biri üst biri alt kilit. Bir tane posta kutusunun. Uzun sivri olan dükkanın. Anahtarlığın şu ünlü kulelin minyatürü. Benim evin anahtarından da bir tane sana yaptıralım demiştim. İstemedin.  Merhaba deseydin ben de sana merhaba diyecektim ama onun yerine kapıyı açar açmaz sırtını dönüp, söylenerek ince uzun holden mutfağa doğru gittin. Merhaba deseydin sırtını dönüp gittiğinde hırkanın sana nasıl yakıştığını söyleyecektim,  hem aldığın gömleği giyinmiştim, kareli olan ve sen de “çok yakışmış” diye sevinecektin. Sonra sırtını dönüp telaşla “masayı hazırlıyorum hemen elini yüzünü yıka diyerek sırtını dönüp mutfağa gidecektin, ben elimdeki şarabı mutfak tezgâhına bırakıp elimi de mutfakta yıkacaktım ve sen “ hayır, mutfakta değil, banyoda elimizi yıkıyoruz.” Elimi yüzümü yıkarken “ kırmızı mı aldın” anlamadım canım ne dediğini diyecektim ve mutfağa geldiğimde ne dediğini anlamadım canım. “şarabı dedim kırmızı mı aldın, sonra baktım evet kırmızı almışsın” diyecektin. Ve burnumu öperdin. Kış böyledir hep bir dün olma hali. Karlar bu yüzden erir diye düşünüyorum. İstasyona gidişim de bu yüzden. Bir atkı için en iyi rüzgârlar oradadır.

Sen, beni bir kırlangıç olarak doğursaydın.

Üçüncü zil. Tam ortada. Beş katlı binaları bu yüzden severim. Yedi katlı olursa mutlaka dördüncü daire. Pencereden bakınca tek ağaçlı park var. Bir ağaç gibi yalnız ve bir yalnız gibi başına buyruk. Veresiye defterleri kaldırımda bekleşiyor. Gökkuşağının canı sıkılmış mıdır ne dersin. Çünkü yağmur yok.  “bak güzel kardeşim, sen maça sekizliyi vuracaktın zaten dokuz on bacak kız ve as ben de o mecbur papazı koyacak sonra tüm el bizim, bi tek böyle çiz olurdu, sen maça iki vuruyon adam da üçlü atıyor es de geçmiyon. Bilet almayıp büyük ikramiye bana çıksın diye bekliyorsun.” Senden çıktım hemen sigara yaktım daha doğrusu sigarayı çıkarttım ateş yok, sizin binanın yanındaki kıraathanenin önünde iki adam oyun hakkında konuşuyordu onlardan ateş aldım. Adamlardan biri arkamdan “birader cüzdanı düşecek” dedi. Arkamdan bakmamışsın bile, yoksa pencereden bakıp cüzdanımın düştüğünü görürdün. O zaman da seslenip cüzdanın düşüyor derdin, ben de duymadım diye kulağımı işaret ederdim, kulağıma bişeyler fısıldamayı severdin. Bu defa biraz daha keskin “cüzdanın diyorum düşüyor.” derdin Anlardım bu defa ama anlamamazlığa verirdim ve sen bu defa birazda sinirden gülerek cüzdanın düşecek derdin. Yine anlamıyorum derdim. Sinirlenip kapıyı açıyorum yukarı çık mal herif derdin. Yukarı çıkardım.

Ama o bir portakal gibi

Üst katımda iki tane öğretmen oturuyor. Dört numaralı zil. Hala onlardan önceki kiracının adı yazıyor. Arkadaşlarımız mı taşınsa diye düşünmüştük. Sonra sürekli gelip gideriz ya da gelip giderler diye vazgeçmiştik. Zile bastı matematik öğretmeni olan. Hangisi matematik öğretmeniydi diye sorardın. Kısa boylu saçını küt kestiren matematik öğretmeni, uzun zayıf ve yüzü çilli olan müzik öğretmeni. Kapıyı açtım bir süre, musluğun ucunda biriken su damlası gibi bir sessizlik oldu. Su kalmamış. Su istedi. Bir sürahi su verdim. Sonra saçmaladım. “rakı mı içeceksiniz hocam, isterseniz ev yapımı turşuda var koyayım mı bi tabağa, ayva var mı limon sıkın üzerine mideyi rahatlatır, çay da koyun, rakı arası iyi gider”  merhaba demedi. Direk su istedi. Yani bir merhaba deselerdi, belki ben de hocam kapıda kaldınız içeri buyurun derdim. Teşekkür ederdi. Rahatsız etmeyeyim, almayı unutmuşuz varsa bir sürahi su rica etsem ayıp olmaz değil mi” derdi. Olur, mu hocam, insanlık hali, ben geçen gün sevgilimin doğum gününü unuttum. Küstü. Tebessüm edip “ insanlar doğum günleri pek sevmedikleri söylerler ama hatırlanmak hoşlarına gider” derdi. Merhaba demedi ve ben rakı makı diye saçmalayınca, bir tane bardak istedi. Sürahiden bir bardak su doldurup içti. Gitti. Daire kapıları sertçe kapandı. Tam ben de kapıyı kapatacağım. Alt katta oturan kadın ve çocuğu merdivenlerden çıkıyordu “ ama o bir portakal gibi” dedi çocuk. Bunu inatla söylemeye devam etti. Kadın çıkar ayakkabını dediğinde de, bağcıkları açarak kızım dediğinde de “ama o bir portakal gibi” kapıları kapandı. Öğretmenlerin kapısı açıldı tekrar, sessizce kapıyı kapadım. Kapım tekrar çaldı. Açtım müzik öğretmeni. Suyu içip bardağı verdi. “ama o bir portakal gibi” dedim.

Gözlerin daldığı yerden çıkıp geleceğimi düşünüyorum

Sigaram bitmiş. Yani varda sabahı çıkarmaz, otururum. Çay sigara içerim. Pencere açık havalanıyor ev ama geçen gün perde yırtılmış. Rüzgar esince havalanmıştır takılmış pencerenin ucuna. Sigara alırken Meral’le karşılaştım. Yani alacaklarına karar verememiş biriydi, beni biliyorsun tez canlıyım, bi paket sigara deyince bu döndü. Tanıyamadım önce. Gözlüğünü çıkarmış. Uzun süre gözlük kullanan birinin daha sonra gözlük kullanmayı bırakırken ki yüzü çok saçma değil mi. Perşembe sandığın Çarşamba gibi. İyi değilmiş Meral. Kendini uzun süredir, Kadıköy’e taşınmış bir duvar yazısı gibi hissediyormuş. Buralara çok alışamamış Salı günleri arkadaşlarıyla spor salonunda yürüme bandında pankart ve döviz açıp yürüyorlarmış. Burada bohem çokmuş, ekmek arası domates peynir yapıp kapılara bırakıyorlarmış. Direk bunları anlattı. Ben gözlüklerini kullanmadığı için tanıyamadım ama o tanıdı. Merhaba demedi. Nereye böyle bu ne acele dedi. Merhaba deseydi, “ben de merhaba Meral, tanıyamadım, gözlükleri çıkarmışsın” derdim. “ya evet, çok ilerlemişti artık gözlük de kurtaramazmış bi süre sonra o yüzden küçük bi ameliyat” çok geçmiş olsun derdim, çıkardık bakkaldan bir sigara içerdik, kaldırıma otururduk ve o zaman benim nasıl olduğumu sorardı. Ben de ona derdim ki gözlerin daldığı yerden çıkıp geleceğimi düşünüyorum.

Kaç gün var


Pazartesi sabah; karşıdan karşıya kendisine geçen yol. Pazartesi akşam; ağrısını sırtında taşıyan kaplumbağa. Salı; mahalle pazarı oluyor, mandalina ve kek, dondurma ve poğaça. Salı günlerinin adı mavi olabilirmiş. Çarşamba sabah; insanın çocukluğu oyuncak gibidir kırılır ve tamir edilmez. Çarşamba öğle; insan şehir içinde daha çok sigara yakıyor. Çarşamba akşamı;  yolda uyumak. Perşembe, kaplanlar tek gözlü olsa doğa daha vahşi olurdu bir geyiğin gözünde. Perşembe öğleden sonra, üst geçitler kütüphaneye benziyor kullanılmıyorlar. Perşembe yağmurlu akşamlar için; şimşek çaktıktan sonra heyecanla beklenen gök gürültüsü. Çok güzel kadın! Cuma sabahın körü, hiç altı olmayan yer. Cuma sabah; otobüs durağında bekleme, mezar. Cuma saat dokuz; Ocağının altını kapattım mı? Bir taş nasıl ağarır. Cumartesi sabah; pide ya da börek. Cumartesi öğlen; ısırılmış soğuk pide. Pazar günleri; annem Pazar günlerini altıgene benzetirdi. “ütü üçgendir ama altıngenler çizerek giremediği yerlere girersin.

Merhaba için daha kaç gün

İsa Balcı

Facebook Yorumları