CR: Baskılı tişört katili!

Kırmızı ve mavi ışıkların arasına düşünce, henüz geçişin tamamlanmadığını sandı. Bedeni bulunduğu ortama, gözbebekleri karanlığa alışınca anladı; polis arabalarının park halinde, çalışır vaziyette durduğu bir binanın önündeydi. Akşam olmasına rağmen hava fazla sıcaktı. Oradan oraya koşturan evrakçılar, bir köşede sigara içen ya da muhabbete girişen üç-dört kişilik polis grupları, arabaların gerek içinde gerekse dışında durup telefonuyla meşgul olan diğer polisler, telsiz anonsları… Yaklaşık beş dakika boyunca ortamı izledi Solyaris. Kafede oturduktan sonra azıcık kuruyan ıslak kıyafetleri şimdi tamamıyla kurumuştu; Asu’nun sonradan yüzüne su çarpmasıyla ıslanan bölgeler de kurumak üzereydi. 

   “Hoş geldiniz dedektif.” dedi yanında biten iki polisten ‘kıvırcık saçlı’ olanı. Bu sefer saçlara dikkat etse iyi olurdu belki! “Birkaç saat önce geleceğiniz söylenmişti ama trafikte kaldınız sanırım?”

   “Arabam yok, trafikte değil, birkaç vesaitte gelmek zorunda kaldım.” diye tüm ciddiyetini takındı Solyaris. O kadar komiklikten sonra uzun süre ciddi kalsa iyi olurdu! “Zaten daha yararlı oluyor. Anlarsınız ya, mesleki incelikler. İnsanları incelemek için kamu alanları önemli tabii.”

   “Hemen olay yerine geçsek sizin için sıkıntı olmaz ya?” dedi kıvırcık saçlı olmayan; azıcık iriydi, onun gibi sakalları vardı, bakışları sertti, biraz dayılık taslıyordu ve- “Öncesinde oturup konuşuruz diye düşünmüştük ama geciktiğiniz için yolda konuşmak durumundayız.”

   “Biraz konuşmanın zararı gelmez.” diye başka bir ses duyuldu, döndüler, yanındaki iki polisten yaşça daha büyük, babacan bir polisti bu. “Dedektif bir çayımızı içsin, sonra benim eski odama uğrayıp masanın üzerindeki örneği gösterin. Zaten olay yeri inceleniyor, kazazede iyi durumda, en azından yanma geçmek üzereymiş.”

   “Tamam amirim.” dedi sakallı. Kıvırcık saçlı olan da başıyla onaylayıp Solyaris’e yol gösterdi. 

   “Bu arada hoş geldiniz.” diye el sıkıştı Amir. 

   Solyaris kafasıyla selam verip el sıkıştı. Amir oradan uzaklaşırken, polisleri takibe koyuldu. Binanın içine girip, ocağın olduğu yere uğradılar. Sakallı bir iş için gidip Kıvırcık’la onu yalnız bıraktı. Kıvırcık çay doldurup eline tutuşturdu, “Çıkmadan önce kendi odanıza da bir uğrarsınız.” dedi, “Kısa süreliğine tahsis edildi.” İmalı bir bakış attı, “Kısa sürede çözüme ulaşırız öyle dimi?”

   “Kesinlikle.” dedi Solyaris çayını yudumlarken, “Ne kadar erken olursa o kadar iyi zaten.”

   “Biz de öyle düşünmüştük. Kırk birinci kurban oldu bu, neyse ki son anda elinden kurtulmuş.” 

   Solyaris dehşete kapıldı, “Katil?” diye onaylatmak istedi.

   “Evet.” dedi Kıvırcık, “Öyle ev ev dolaşıp kilidi açık olan kapıdan içeri giren cinsten değil. Muhatabı seks işçileri ya da homolar da değil.”

   “Emin misiniz yani bunlara?” diye sordu Solyaris hem anlamaya hem de olmayan dedektifliğini konuşturmaya çalışarak. Çay yudumları büyümeye başlamıştı.

   “Eh, kırk bir az değil. Kurbanları tek tek dosyaladık.”

   “Tam olarak n’apıyor peki? Derdi neymiş?”

   “Dert mi?” diye gülümsedi Kıvırcık, “Siz bizden daha iyi bilirsiniz dedektif, böylelerinin derdi yoktur; derdin ta kendisi onlardır zaten.”

   “Ogün! Baksana bir bana.” diye ses geldi dışarıdan, Sakallı sesleniyordu sanırsa.

   “Bir bakayım, siz isterseniz geçin odaya, buradan dümdüz gidin solda kalıyor.” dedi Ogün, “Biz Oğuz’la birkaç dakikaya geliriz.”

   Ogün çıkarken, Solyaris çayı komple dikip çay bardağını tezgâha bırakarak odaya doğru yürümeye başladı. Koridorda selam veren polislere karşılık verirken, “Mantığa uygun, hesaplarla örülü ha!” diye söylendi kendine, “Çık şimdi işin içinden, kırk ikiyi bulmadan çözersin kesin katilin kim olduğunu!” 

   Odaya girdiğinde hızla etrafı incelemeye koyuldu. Dedektifliğinden değil tabii; dedektiflik oynamasını kolaylaştıracak bir şeyler bulmak için! Kahraman olmak için müthiş bir fırsat geçmişti sonunda eline. Nereden bakılırsa bakılsın önceki deneyimlerinden daha sıradan bir işleyişin içindeydi. Hissettiği, içinde bir yerde yeri olduğunu düşündüğü ustalık işini buraya güzelce yedirip üstesinden gelebilirse, gerçekten katili bulabilirse harika olacaktı. Ondan sonra bu binadan ve polis arabalarından uzaklaşıp hayatını yaşayabilirdi. Odadaki masanın üzerini incelemeye başlamıştı. Duraksadı. Hayatını mı yaşayabilirdi?..  Yaşam? Burada yaşamak? Kendine kızdı. Bir kez uyudu, bir kez yedi, bir kez de içti diye buralarda yaşamayı düşünecek değildi! Gerçi buralarda yaşamak ona yabancıysa nerelerde tanıdık bir yaşantı mevcuttu bunu da bilmiyordu. Şu kahraman olma meselesi, kahraman olmadan bunu öğrenemezdi. O yüzden şimdi odaklanmalıydı. 

   Masanın üzerinde duran büyüteci alıp havaya kaldırdı. Kendine birtakım jestler ve mimikler oturtmaya çalıştı. O sırada Ogün ve Oğuz sessizce içeri girip yanına doğru gelseler de bozmadı. Oğuz, Solyaris’in tuhaf mimiklerini görünce garipseyerek baktı. Ogün, masanın üzerinde duran, bir kurbana ait örnek fotoğraflara dikkat çekti. Fotoğrafın birisinde “hope” baskılı bir tişört, ötekisinde ise baskıya epey benzer şekilde derisine şekil verilmiş olan bir kurbanın belden yukarısı vardı. 

   “Baskılı Tişört Katili, ona bu ismi verdiler.” dedi Ogün.

   Solyaris, içinde bulunduğu durumu da hesaba katarak verilen bu ismi duyunca sessizce güldü. 

   “Evet komik dedektif!” diye tersledi Oğuz, “Ne var ki, fotoğrafta gördüğün kurbanlar, seninle aynı şeyi söylemezlerdi.”

   Solyaris bozuntuya vermek istemeden ciddileşip, fotoğraflara büyüteçle baktı. Tam o sırada bir polis anonsu duyuldu. 

   “İşte! Geldiler. Hadi gidelim.” dedi Ogün. 

   “Evet, gidelim. Benim de odamda işlerim var.” diye Oğuz’dan göz kaçırdı Solyaris. Olay yerine gitmeden önce onun için ayrılan odaya uğramayı umuyordu.

   Umduğu gibi olmadı. Yeterince geç kaldıklarını bahane ederek odasına uğramasına izin vermediler. Sadece alelacele küçük bir defter ve bir kalem alıp cebine iliştirmişti. Ekip arabasına binerlerken içinin daraldığını hissetti. Epey sakin gözüken sokaklardan geçerken, Solyaris camdan dışarıyı izledi. Bir öncekine göre pek neşesiz yüzlerle karşılaştı. Herkes katil gibiydi, herkes şüpheli…

   “Kcaj Ovarb.” diye söze girişti Oğuz, “İsmi bu.”

   “Ne?” diye sordu Solyaris. 

   “Takma ismi.” diyerek araya girdi Ogün, “Biz de ilk duyduğumuzda anlamamıştık. Sizin gibi yabancı olmalı.”

   Solyaris, ‘yabancı’ derken ne demek istediği konusunda birkaç alternatif düşündü, bunları hafızasında detaylı ele alacaktı ki Oğuz konuşmasını sürdürdü.

   “KO diyoruz aramızda, her neyse, mevzu isim değil zaten. Şu an gittiğimiz yer, kırk birinci kurbanın evi.”

   “Kazazede.” diye düzeltti Ogün.

   “Evet, kurban olmaktan son anda kurtuldu.” dedi Oğuz, “Konuşma fırsatı yakaladığımız ilk kişi olacak. Tam da bu noktada size ihtiyaç duyuyoruz dedektif. Kazazedenin deneyimlerini çok iyi dinleyip, bizi katile ulaştıracak ipuçlarını yakalamalısınız. Zaten neler soracağınızı siz iyi bilirsiniz, yöntemleriniz gayet sağlammış.”

   “Ya, ya.” diye mırıldandı Solyaris. Oğuz ve Ogün ne mırıldandığını anlamadan yüzüne bakınca, “Bu kadar mı, başka bilgi yok mu?” diye sordu.

   “Nitrik asit.” dedi Ogün.

   “Kezzap,” diye onayladı Oğuz, “Kezzabı boya niyetine kullanıyor. Baskıları resim çizer gibi deriye çiziyor.”

   “Baskılar?” dedi Solyaris.

   “Tişörtlerde yer alan baskılar.” dedi Ogün, “Belden yukarısına; göbek, göğüs ve omuz kısımları tuvali oluyor. Adam ressam.”

   “Ressam mı?” diye şaşırdı Solyaris.

   “Lafın gelişi yani.” dedi Oğuz, “Biz aramızda Ressam da deriz ona.”

   “Uzaktan uzağa ahbap olmuşsunuz sanırım.” deyiverdi Solyaris, Ogün ve Oğuz bir şey diyemeden sessiz kaldılar. Moralleri hafif bozulur gibi olmuştu. Aracı süren polise, dışarıya, telefonlarına baktılar ama yol bitene kadar Solyaris’e bir daha bakmadılar. 

   Yolun bitmesi çok sürmemişti. Şoföre göre kırk dakikalık yolu yirmi dakikada gelmişlerdi. Solyaris’in bir ara içi geçer gibi olmuştu ama araba durup hareket zamanı gelince ayıldı. Hızla araçtan indiler. Olay yeri inceleme son tatbiklerini yapıyordu. Solyaris, kartlarını göstererek ilerleyen Ogün’ü ve Oğuz’u takip etti. Kazazedenin yanına vardılar. Yirmili yaşlarda, sarışın bir adamdı. Belden yukarısı çıplak duruyordu ve kaslarının fazla belirgin olduğu derisine kezzapla gülen yüzler yapılmıştı. Solyaris’in içi acıdı, ilk defa dişlerini sıktı. 

   “İyisin dimi bitanem?” diye sordu Adam’ın yanındaki kadın, o da esmerdi. Doğrusu biri sarışın güzeli, biri esmer güzeli, hoş bir çiftti. 

   “İyiyim ben.” dedi Adam, Solyaris’e doğru baktı, “Hoş geldiniz.”

   “Hoş bulduk. Geçmiş olsun.” dedi Oğuz, “İsim neydi?”

   “Baha.” dedi Adam.

   “Yanmalar yeni geçti.” diye kederle söylendi Kadın, “Ameliyat olacak, yağ enjeksiyonu yapılacakmış.”

   “Neyse ki sevgiliniz yaşıyor. Kendisi kırk birinci kurban olabilirdi.” diye karşılık verdi Oğuz. Kadın elini ağzına götürüp inledi, içini çekip Baha’ya sarıldı.

   “Tamam, geçti.” diye teselli etti Baha, “Geçti canım.” 

   Solyaris tuhaf hisler yaşadı, bu gördüğü manzara onda yeni duygular uyandırıyordu sanki.

   “Şimdi sizden detayları anlatmanızı isteyeceğiz.” dedi Ogün, “Kimsiniz, tam olarak neler yaşadınız?”

   “Ailem şehir dışında. Burası onların evi.” diye açıkladı Baha, “Spor salonum var, onu işletiyorum. Bugün bir arkadaşım duruyor salonun başında,” Kadın’a baktı, “Buluşacaktık. Dışarı çıkmak için hazırlanıyordum. Su içmek için mutfağa girdim, biri pencereyi tıklattı. Döndüm, kimseyi göremedim. Yanlış duymuşumdur diye umursamadım ama sonra yine olunca ve yine kimseyi göremeyince sinirlenip pencereyi açtım. Dışarı baktım, o sırada zil çaldı. Pencereyi nasıl kapatmadım bilmiyorum o ara! Kapıya gittim, baktım kimse yok. Kapattım. Arkamı bir döndüm ki o. Pencereden girmiş tabii hemen!”

   “Nasıl birine benziyordu?”

   “İnanın erkek miydi kadın mıydı onu bile anlayamadan üzerime atladı. Kırmızı bir tulum giymişti, sarı çizmesi vardı, kafasında da tuhaf bir maskot. Epey boğuştuk. Maskotunu düşürmeye çalıştım ama nasıl takmışsa onu artık! Kafama bir şey geçirip sersemletti beni, sonra da sıkı sıkıya kavrayıp bağladı. Bunların hepsi o kadar kısa sürede oldu ki! Şimdi düşünüyorum da resmen rezillik! Utanıyorum.”

   “Utanacak bir şey yok, elinden kurtulan ilk kişisin.” dedi Kadın hemen, “Önceki kurbanlarını nasıl alaşağı ettiyse seni de etti, ama bir süreliğine.”

   “Öyle oldu.” diye onayladı Baha, “Bağlayıp, ağzıma da bir bez tıkadıktan sonra gömleğimi yırttı. Mutfağa gidip kendi getirdiği çantayı aldı. Klasik bir takım çantası. İçinden fırçasını ve kezzabını çıkarıp, fotoğrafa bakarak aynı baskıyı çizdi! Önce yanma başladı, sonra iyice yayıldı, aynı derinin üstünden iki üç kez geçiyordu, acıdan bağırmaya başlamıştım. Nasıl bağladıysa hareket bile edemiyordum. En son bu hale geldi.” Eliyle yara izlerini gösterdi.

   “Fotoğraf neyin fotoğrafıydı?” diye sordu Solyaris, hepsi garip garip bakınca ekledi, “Tamam, bir baskılı tişörttü onu biliyoruz ama sizin için özel bir anlamı var mıydı?”

   Baha bir süre düşündü. Ogün ve Oğuz bu sorudan bir şey çıkmayacağını biliyor gibi bir ifade takınmıştı, “Dün gece!” diye atıldı Baha hızla, hepsi şaşkınlıkla dikkat kesildi, “Ben o tişörtü dün gece sosyal medya üzerinden görüp beğenmiştim! O tarz bir şey istiyor diye bir arkadaşımı etiketlemiştim hatta. İlk yorum benimdi!”

   “İlk yorum!” diye aydınlanma yaşar gibi oldu Ogün.

   “Sosyal medya!” diye ekledi Oğuz.

   “Kapitalizm!” diye hayranlıkla yüzlerine baktı Baha.

   “Siz gerçekten iyi bir dedektif olmalısınız!” dedi Kadın. Solyaris, bu ifadeler karşısında dili tutulmuş gibi kaldı. Kendi de bir şey çıkmayacak diye düşünüp, sırf sormuş olmak için sormuştu ancak bu bağlantıların kurulmasını beklemiyordu. “Öyleyse kurban dosyaları elden geçirilsin.” diye ekledi Kadın, “Bu kurbanların ortak noktası olabilir.”

   “Yeterli değil.” dedi Solyaris, “Elimizde başka şeyler de olması gerekmez mi?”

   “Kesinlikle.” dedi Oğuz, Solyaris’i şimdi daha ciddiye alır bir hali vardı, “Sosyal medyada yorumlar havada uçuşmakta. Her ilk yorumcuyu öldürecek olsaydı, fazla mesai yapması gerekti Ko’nun.” 

   “Ko?” dedi Baha.

   “Biz ona öyle diyoruz.” dedi Ogün, “Yani siz şimdi onun kimliğine ilişkin hiçbir şey göremediniz mi?”

   “Teninin en ufak bir parçası dahi gözükmüyordu.” dedi Baha, “Çizme, eldivenler, tulum, maskot. Tulumu boldu, vücut hatları da belli değildi. Zaten konuşmadı.”

   “Ne hissettiniz peki, kadın mı erkek mi sizce?”

   “Bu zor bir soru oldu.” diye omuz silkti Baha, “Biliyorum boğuşma esnasında hissedebileceğimi düşünüyorsunuz, bunun için üzgünüm öyle olmadı. Hem ne fark edecek?”

   “Ondan nasıl kurtuldun peki?” diye sordu Solyaris. 

   “Ben geldim.” dedi Kadın, “Aradan uzun zaman geçince uyuyakaldı sandım. Gece buluşacağımız saati ve yeri belirlemiştik ama sonra bir daha görüşmedik. Bende yedek bir anahtar var. Ben içeri girerken eşyalarını apar topar toplayıp aynı pencereden uzaklaşmış.”

   “Dedektif.” diye Solyaris’e döndü Oğuz, “Ortada bir apar topar durumu söz konusu. Biliyorsunuz en profesyoneli bile iz bırakır. Olay yeri inceleme bir şey bulamamış ama bir de siz bakmak ister misiniz içeri?”

   “Tabii.” dedi Solyaris, bunu hiç istemese de. İçeri doğru yürüdüğünde ardından kimsenin gelmediğini anlayınca rahatladı. İçeri girdiğindeyse bu rahatlık yerini gerilime bıraktı. Boğuşma sırasında dağılan eşyalar, ip, ağza tıkanan bez… Öyle ki yanında bir anda Baha bitince olduğu yerde sıçradı.

   “Özür dilerim dedektif.” dedi Baha hayranlıkla Solyaris’in yüzüne bakıp, “Jack Bravo’ydu dimi?”

   “Ne?” diye şaşırdı Solyaris.

   “Adınız.” diye gülümsedi Baha, ‘bunu bilmiyor musunuz’ der gibi. Solyaris sinirden gerilmeye başlayarak sessiz kaldı. “Bana sorarsanız Ko denilen bu adam büyük bir ideolojinin peşinde.”

   “Hani adam mı kadın mı belli değildi?” dedi Solyaris abartılı bir öfkeyle.

   “Yani,” diye şaştı Baha, “Polis arkadaşlar öyle deyince ben de lafın gelişi öyle söyledim.” Solyaris’in dibine kadar gelip sesini alçalttı, “Kapitalizme sert bir tokat olmalı bu!”

   Solyaris, Baha’nın alttan alttan etkilenmiş gibi konuşuyor olmasını neye yoracağını bilemedi, zaten şu an siniri çok bozuktu, “Ne tokat ama! Seninle birlikte kırk bir cana mal oldu!”

   “Sanki ben de ölmüşüm gibi konuştunuz.” diye tebessüm etti Baha.

   “Eli kanda olanlara hayranlık beslemeye kalkarsan, bu kaçınılmaz.” dedi Solyaris bir anda, Baha’nın yüzü sapsarı kesildi, “Ayrıca kendi acısını umursamadan, acı sahibinin büyük ideolojisini umursayan birinin de zamanı geldiğinde başka bir acı sahibi olması beklenebilir.” diye ekledi, “Hastalıklı beyinlerin en tehlikeli yanı, bulaşıcı olmaları.” diyerek noktaladığında Baha neye uğradığını şaşırırdı. Solyaris, içinden ansızın gelen bu laflara şaşırmıyordu artık.

   Dedektif dışarı sert bir tavırla çıkıp derhal geri dönerek dosya incelemelerine başlamaları gerektiğini söylediğinde Oğuz ve Ogün şaşırmışlardı. Ekip aracında yapılan konuşmalarda Solyaris sürekli hesap yapar bir tavır takındı. Binaya vardıklarında hızla onun için tahsis edilen odaya çıktı ve ne görse beğenir? Masasının üzerinde, “Dedektif J. B.” yazıyor! “Bravo Jack!” diye alkış yaptı, “Ne büyük kahramanmışsın sen! Üç beş yerde izin ver de biz de kahraman olalım!” 

   Oğuz ve Ogün, Solyaris’in odasından çıkıp bina çıkışına doğru gittiğini görünce peşine koştular,

   “Nereye?” dedi Oğuz sinirle. 

   “Jack Bravo’nun evine gidip, hala daha neden gelmediğini öğrenin!” diye buyurdu Solyaris, afalladıklarını görünce umursamadan devamını getirdi, “Katiliniz onun adını takma ad olarak kullanıyor, sanırım kırk ikinci ve son kurbanı da o oldu. Katil yolunu çizdi; başlangıç noktasını da bitiş noktasını da koydu. Geç kaldınız. Şimdi yaptığı şeyi büyük bir ideoloji olarak görüp peşine takılacak olan müritleriyle uğraşacaksınız. Katil artık öldürülemez ve hapsedilemez durumda. Ne yazık ki benim gibi dünyanızı baştan kurabilme gücünüz de yok… Hoşça kalın.”

   Solyaris bunları söyledikten sonra, hissettiği ustalığın boyut değiştirme yetisinin kendisiyle ilgili olabileceğini aklına getirdi. Yine de bir tarafı ona zamanı geldiğinde kahraman olabileceğini, muhakkak kahraman olacağını söylüyordu… Artık, kendini çok daha yetkin hissediyordu… Zaman ve mekan yeniden büküldü, yerle gök söküldü…

4.Bölüm’ün Sonu
Yunus Emre Işık

5. Bölüm bir sonraki hafta sizinle olacak, yorumlarınızı bekliyoruz…

Arayış – Bölüm 1
Arayış – Bölüm 2
Arayış – Bölüm 3

Facebook Yorumları