Bölüm FA: Sınırı geçmek!

Solyaris bu seferki evrenine varır varmaz çok büyük bir ağırlık hissetti. Bu ağırlığı artık kelamını etmekten sakındığı enerji ve ışık ağına bağlı ruhunda hissetmekle kalmamıştı; bedeninde de hissetmişti, fazla değişken bir yük gibi. Etraf çok güzeldi; sıra dağlar, göller, mis kokulu çimenler, görkemli çiçekler ve havada uçuşan parlak cisimler…  Yolu henüz yarıladığını hissetmesinden midir, bir öncekine göre fazla güzel bir evrene düşmesinden midir ya da bu evrende işleyeceği suçun malum olmasından mıdır bilinmez, olduğu yere çömüp ağlamaya başladı. İlk kez ağlıyordu ve gerçekten de ağlamanın verdiği rahatlamaya inanamamıştı. Ortamla resmen tezat oluşturmuştu ve etrafta onun bu gözyaşlarını mutluluk gözyaşları olarak algılayabilecek herhangi biri de yoktu. Göller akıntısını kesti, çimenlerden havaya doğru uçuşan efsunlar kesildi, çiçekler kafalarını Solyaris’in olduğu tarafa döndürürken, uçuşan cisimler Solyaris’in başına doğru toplandı. Çevrede büyük bir şaşkınlık vardı. Solyaris, ona yoğunlaşan atmosferi fark edemeden omzunda bir el hissetti. Dönüp baktı.

Beyaz elbiseli, esmer, güzel bir kadındı bu; yüzünde ve saçında parlak detaylar vardı. Elbisesi dökümlüydü, kolları ve bacakları çıplaktı. Doğrusu aynı elbisenin bir çeşidi kendinde de olsa fena olmazdı; hava epey sıcaktı. “Neden üzülüyorsun?” diye merakla sordu Kadın, ses tonu fazla yumuşaktı; onun olduğu yerde üzülmeye kıyılamazdı.

“Gözüme bir şey kaçtı.” dedi Solyaris ne dese bilemeden, yine de bunu demese miydi en azından?

“Buradaki hiçbir kardeşim göze kaçmaz.” dedi Kadın etrafta uçuşan cisimlere ve ışıklara bakıp, “Keşke kaçsalar.”

Solyaris garipsedi, ardından merakla sordu, “Kimsin sen ve burası neresi?”

“Kardeşlerimin her biri bana ayrı bir isimle fısıldar ancak Bekçi gitmeden önce bana sadece ‘Peri’ derdi.”

“Bekçi mi?”

“Evet, uzun zamandır onu bekliyorum. Burası onun sınır alanı. Bir süre burada kalmam gerektiğini söyledi. Sınırları geçmemek için de uyardı beni. Zaten geçmezdim ki, neden uyardığını hala düşünürüm.”

“Burada mutlusun öyleyse?” diye sordu Solyaris.

“Tabii ki. Sen neden üzgünsün, seni kim gönderdi?”

“Burası…” diye etrafına bakındı Solyaris, “Fazla güzel bir yer…” Doğruldu, Peri’nin gözlerine baktı, “Beni kimin gönderdiğini bilmiyorum. Sürekli boyut değiştiriyorum. Bir amacım var: Kahraman olmak.”

“Kahraman mı?” diye meraklandı Peri.

“Evet, bilir misin ne demek?”

“Anımsar gibiyim. Uzak bir geçmişten.”

“Burada kahramana ihtiyaç yok, hiç oyalanmadan gitsem iyi olacak.” dedi Solyaris. Bir süre bekledi. Ardından kafasını rengarenk göğe çevirdi. Yine bekledi ama gidemedi. Bu duruma sevinse mi üzülse mi bilememişti.

“N’apıyorsun?” diye sordu Peri.

“Gitmeye çalışıyorum.” dedi Solyaris.

“Buradan tek bir çıkış yolu var, sınırlardan birini geçmelisin.”

“Gerçekten mi?” diye şüpheye düştü Solyaris.

“Elbette. Yapmaya çalıştığın şekilde başka bir sınır alanına gidemezsin, en fazla aynı alanda yer değiştirebilirsin. Onu ben de yapabiliyorum.” dedi Peri ve etraftaki ışıkların bir kısmını kendine doğru çekerek ışınlandı. Solyaris nereye gitti diye etrafa bakarken, ondan yüz metre kadar uzakta olan gölün başına cisimlendiğini gördü. “Gelsene, sana etrafı gezdireyim.” diye seslendi Peri.

Solyaris içini çekip hareketlendiğinde, çevrenin ilgisi dağıldı. Çimenler efsunlanmaya, çiçekler başka yöne dönmeye, uçuşan cisimler kafalarına göre takılmaya başladı. İçi yumuşuyordu, havadan ya da sudan olacak, mutsuz olmasına neden olan çıkmazları unutuyordu…

Peri ona günde dört renk değiştiren gölleri anlattı. Birbirine bazen homurdanıp bazen takdirle yaklaşan dağları, gıdıklanarak uyandırılmaktan hoşlanmayan ağaçları, arada bir rahatsızlanıp çamurlaşan toprağı, ezgiler mırıldanan ayı, bazen erkenci bazen gecikmeli olarak gelen güneşi, gösteriş meraklısı çeşmeyi anlattı… Solyaris’in toprağın niçin rahatsızlandığı yönündeki merakını, sınırlar dışında kalan öbür alanlarla kurmak zorunda kaldığı bağlantıyı öne sürerek giderdi. Solyaris tam bu noktada, Peri’nin sınır dışında kalan yerler adına kötü düşündüğünü ve kötü hissettiğini fark etti. Sınırlar mevzusunu deşmek istediğinde kıyısında yürüdükleri göller uyarır gibi kabarıyordu…

“Aslında ben de meraklıyım bu konuda.” diye itiraf etti Peri kulağına eğilip sessizce, “Mutluluktan kalan vaktimi, mutsuzlukları düşünerek geçiriyorum.”

“Sınırı geçmek, mutsuzluk mu demektir senin için?” diye sordu Solyaris.

“Elbette.” dedi Peri, sorulan tüm soruları böyle cevaplayabilirmiş gibi, “Bekçi öyle söyledi.”

“Bana sınırlar ve Bekçi hakkında daha fazla şey anlatmalısın.” dedi Solyaris.

“Ay geldiğinde ezgisini dinler ve uyurlar.” dedi Peri aynı fısıldamayla etrafına bakıp. Utanmış gibi bir hali vardı, yanakları kızarmıştı, “O zaman daha rahat konuşabiliriz.”

“Onlar sana kötü de davranabiliyor mu?” diye endişelendi Solyaris çevredeki her şeye sırasıyla bakıp.

“Hayır,” dedi Peri hemen, “sadece onları incitmek istemem… Onlar benim kardeşlerim.”

“Anladım.” dedi Solyaris büyülenir gibi, Peri’nin bu naifliği gerçekten içine işliyordu.

Sonrasında sadece gezindiler. Peri anlattı, Solyaris dinledi. Burası hakkında keşfedilmiş ve keşfedilecek o kadar çok şey vardı ki, Solyaris sınırlar içinde kalan bu alanın ne kadar da derin bir ağı olduğunu düşündü. O gece Ay gelmedi. Söylediklerine göre genelde geciken Güneş olurdu; Ay ilk kez gecikmişti… “Belki de böylesi daha iyi olur.” dedi Peri, “Yarın gelip ezgilerini fısıldadığında kardeşlerim çok daha derin uyuyacaklardır.”

“Ya sen de uyursan?” dedi Solyaris.

“Bekçi gittiğinden beri fazla uyuyabildiğim söylenemez.” diye karşılık verdi Peri, “Peki sen? Sıkça uyur musun?”

“Pek alışkın olduğum bir şey değil.” dedi Solyaris, “Günün birinde kendimi çok uyuyor olarak görürsem bileceğim.”

“Neyi?” diye meraklandı Peri.

“Enerjiden ve ışıktan fazlasıyla uzaklaştığımı.” dedi Solyaris buna eminmiş gibi, “Çünkü uyku enerjiye ve ışığa alışmak içindir.”

“Nedir enerji ya da ışık dediğin?” diye sordu Peri, “Buradaki gibi bir şey değil sanki?”

“Buradaki bir şey.” dedi Solyaris, “ve her yerdeki. Bunu açıklaması çok zaman alabilir. Boş ver, bu senin düşünmen gereken bir şey değil, en azından şimdilik.”

Peri daha fazla soru sormadı. Daha fazla cevap duymak onu endişelendiriyordu belki. İkisi de bir saat kadar denebilecek bir süre uyuklamışlardı ve uyandıklarında öyle uykularını almış gibiydiler ki, bol bol gerindiler. Solyaris acıktığını söylediğinde, Peri onu çeşmeye götürdü. Çeşme, etrafı iri kayalarla sarılmış, yerden bitme, basit bir şeydi. Çeşmeyi açtıklarında akan su yere akacağına havaya doğru yükseldi; havada şekiller çizip ikiye bölünerek Solyaris’in ve Peri’nin ağzının dibine kadar geldi. Peri gülümseyip ağzını açınca, Solyaris de aynısını yaptı. Ağızlarından içeri berrak, buz gibi bir su girdi. Su midelerine inerken tüm hücrelerinin yenilendiğini hissettiler. Karın tokluğu da cabasıydı! “Müthiş.” dedi Solyaris keyifle.

Birbirine homurdanan dağların arasını bulmakla uğraşırken epey vakit geçirdiler. Ay, o gün de gelmemişti… “Belki de ezgileri son bulmuştur…” diye düşünmüştü Solyaris, “Ya da ben gelince daha da gelmek istemedi…”

“Güneş huysuzlanmaya başladı.” dedi Peri, fazla sıcaktan yanan çiçeklerin kızar gibi güneşe kafa çevirip ciyakladıklarını duyunca, “Çiçekler de öyle. Sonrasında toprak başlayabilir. Bu bir zincirleme. Neden gelmedi ki acaba?”

“Kim bilebilir ki?” dedi Solyaris omuz silkip.

Bu sefer hiç uyumadan geçirmişlerdi o günü. Neyse ki uyuklamaya bile içleri el vermeyen çevre sakinleri uykusuzluk yüzünden şikayetçi değillerdi. Nihayet, Güneş’in kaçar gibi çekildiğini ve yerini Ay’ın aldığını izlediklerinde ikisinin de heyecanı arttı. Ay, Güneş’in ona demediğini bırakmamasına karşın büyük bir kırgınlıkla ezgiler söylemek istemediğini beyan etti ve sadece, “Uyu da büyü.” diyerek tüm çevreyi uykuya boğdu. Gecikmeli uyku ve Ay’ın gözü görmez halde olmasına neden olan kırgınlığı göz önüne alınırsa Solyaris ve Peri için konuşulacak her şeyi konuşmanın tam sırasıydı.

“Bana önce Bekçi’den bahset.” dedi Solyaris hemen. Çeşme başındaydılar.

“Her sınır alanının bir bekçisi vardır.” diye konuşmaya başladı Peri erine çekine, “Biz periler tüm alanları gezmek ve bekçilere ihtiyaç halinde yardım etmekle yükümlüyüz. Burası benim ilk alanımdı. Geldiğimde öyle heyecanlı ve öyle enerji doluydum ki Bekçi beni takdir etmişti. Bana çok iyi davrandı. Benim sana yaptığım gibi bana buraları gezdirdi. Ona herhangi bir ihtiyacı var mı diye sorduğumda, yüzüme uzun uzun baktı. ‘Sana ihtiyacım var’ dedi, böyle şeylere hazırlıklıydım, ne konuda olduğunu sordum, ‘Senin iyiliğine’ dedi, ‘Enerjine’ Tam olarak anlayamadım, sonra uzun uzun açıkladı, kendisinin buradan bir süreliğine gitmesi gerektiğini, onun yerine vekaleten bekçilik yapmama ihtiyacı olduğunu söyledi.”

“Sen de kabul mü ettin yani?” diye söylenir gibi oldu Solyaris.

“Daha önce bir bekçinin bu tarz bir talep ilettiğini duymamıştım ancak her şey tekerrür halinde olmayabilir. Nizamın bir parçası olduktan sonra elinden ne gelirse yapmak durumundasın. Bu benim görevimdi. Bir süreliğine kabul ettim.”

“Ne kadar süredir yok?”

“Saymadım, uzun zaman oldu.” diye omuz silkti Peri.

“Sınırlar.” diye atıldı Solyaris, “Bana sınırlardan bahset.”

“Dört sınır var.” dedi Peri lafını esirger bir tavırla, “Biri benim buraya girdiğim yerde. İkisi tuhaf bir biçimde kapı duvar, yanına yaklaşmaya kalktığında öteki taraftan tehditkâr sesler yükseliyor.”

“Ya da belki de sınırın kendisinden.” dedi Solyaris, “Sanki, bir şeye zorlanmış da kızmış gibi…” Peri anlamadan baktı, “Ya, dördüncüsü?”

“Bekçi’nin gittiği yer. Aynı zamanda geçmemem için beni tembihlediği yer.” dedi Peri, “Orada sadece bir kaya parçası var. Oraya yaklaştıkça hava ılıyor ve buradaki güzellikler sekteye uğruyor.”

“Senin sonraki Bekçi için çıkış yerin orası değil miydi?” diye meraklandı Solyaris.

“Evet.” dedi Peri omuz silkip.

“Seni alıkoymuş olmuyor mu o şekilde?”

“Bekçiler güvenilirdir, ne yaptığını bilir. Önemli bir işi vardır ve o gelmeden gidersem başıma bir şey gelecektir.”

“Tanıdığın ilk bekçi oyken, bekçiler hakkında genel kanaatlere varamazsın bence.” dedi Solyaris.

“Sınır Bekçisi işini bilir.” diye diretti Peri, Solyaris Peri’nin düşüncelerinde Bekçi’nin ne ara ‘Sınır Bekçisi’ olarak tanımlanıp saklandığını anlayamadı; buradaki nizam isteyenin kafasına göre baştan mı kuruluyordu? Peri artık, sınırı geçmek için sınır bekçisini bekleyen vekil olarak mı kayıtlara geçecekti?

Uzun bir müddet konuştular. Konuşmanın seyri, Solyaris’in kendisiyle birlikte onu da Bekçi’nin geçtiği sınırdan geçirmek düşüncesine doğru ilerledi. Peri, hiç de bunu yapabilecek gibi durmuyordu. Hatta bir ara Solyaris’e ‘keşke gelmeseydin’ der gibi bir bakış attığında Solyaris alınıp sessizleşti. Kâh sessiz kalarak, kâh çeşmeden içerek bölük konuşmalara devam ettiler. Ay gidip Güneş geldiğinde, Solyaris Peri’ye artık gitmesi gerektiğini, onu sınıra götürmesi gerektiğini söyledi. Bu kendisi için de gerekliydi. Peri ısrarına dayanamadan onu sınıra götürdü. Sınıra yaklaştıklarında gerçekten de hava ılımıştı ve etraftaki canlılık azalmıştı. Alanın bu kısmında toprak bile yer yer çıplaktı.

“Bana güven olur mu?” diye sordu Solyaris ve Peri’nin elinden tutup gerçekten de bir kaya parçasından ibaret olan sınıra doğru sürükledi. İnanıyordu ki, kayanın öbür tarafına geçince hiç de bir şey olmayacak! Yanarsa Bekçi’nin başı yanacak…

“Gerçekten yapamam!” diye durdurdu Peri, kaya parçasının dibine geldiklerinde, “Bekçi geçmemem gerektiğini söyledi, anlamıyor musun?”

“Şunu kabul et Sınır Bekçisi diye bir şey yok!” diye yıldı Solyaris, “Varsa da çoktan terk etmiş gitmiş. Seni bu çizdiği sınırlara hapsetmiş, sonra kaybolmuş!” Peri’nin ifadesiz bakışlarını görünce biraz daha sakinleşerek sürdürdü, “Bak biliyorum sen de gelmek istiyorsun. Gel, hadi geç. Yoksa benle gelemezsin ve ben, gitmek zorundayım.” diyerek son kozunu oynadı.

“Neden gitmek zorundasın? Anlamıyorum hiç!” diye sinirlenir gibi oldu Peri.

“Sonsuza dek…” diye elini açtı Solyaris, etrafı kastederek, “Burada mı kalmak yazgım ha?” diye küçümsedi, Peri etrafına baktı, “Hiç sanmıyorum.” dedi Solyaris emin gibi, “Başka şeyler var, başka yerler var biliyorum. Hem sen,” diye yalvarır gibi oldu, “bu, Bekçi’ye niye bu kadar inanıyorsun anlamıyorum ya… Çok iyi diye kimseye sınır çizilemez! Anladın mı?”

Peri kafasını öne eğdi, ne diyeceğini bilemez haldeydi. Önündeki kaya parçasına baktı; sınırı koyan bu küçük şeye… “Geçiyorum ben.” dedi içinden ansızın yükselen bir özgüvenle. Solyaris’in daha da konuşmasını beklemeden kaya parçasının üzerinden zıplayıverdi.

Solyaris o anda şoke oldu çünkü Peri’nin üzerindeki elbise kararıp kasvetli bir hal alırken, yüzü güzelliğini kaybetti; dehşet içinde bir etrafa, bir üzerindeki elbiseye, bir de Solyaris’e baktı. Burası soğuktu. Artık ışıklar yoktu! Havada uçuşan kül tozları vardı. Sınır, Solyaris’i değil, Peri’yi değiştirmişti. Solyaris en başından hissetmişti zaten bunu, bu boyuttan çıkamamasının nedeni sınırlardan geçmek zorunda olması değildi! Burası onun boyutu değildi ki! Boyut kuralları, boyutun çatısı altında doğup büyüyenler içindi… Ona kederle bakan Peri’ye pişmanlıkla baktı. Peri daha fazla dayanamadı, gözleri kapandı ve bedeni Solyaris’in kollarına düştü.

“Hayır!” dedi Solyaris, “Lütfen! Lütfen bir şey olmasın! Özür dilerim! Özür dilerim! Gözlerini aç!” Kendini ilk kez tam anlamıyla suç işlemiş gibi hissediyordu. Bu katlanılması güç bir durumdu. Sınırı geçmişti! Her anlamda… Eliyle Peri’nin yüzünü sevdi, onu tekrar kaya parçasının öbür yanına taşımak istedi ancak geri dönüp baktığında kaya parçasının olduğu bölgeyi tehlikeli biçimde dalgalanan bir enerji duvarı sardığını gördü. Enerji duvarının akımları yüzünde şeritler oluşturmaya başlamışken, “Uyan lütfen…” dedi Peri’ye tüm içtenliğiyle. Peri hafiften gözlerini açar gibi oldu, halsizdi, hareket etmekte güçlük çekiyordu.

“Kim var orada?” diye gür bir ses duyuldu öteden.

“Dinle.” Dedi Solyaris, Peri’nin kulağına doğru eğilip, “Başka bir alandayız. Yeni Bekçi geliyor… Ben sana yaptığım şey için çok üzgünüm, özür dilerim… ama belki de olması gereken buydu. Bencil olduğumu düşünme, öyle gözükebilirim ama gerçekten öyle hissetmiyorum… Gitmem gerek, şimdi güçlü ol ve Bekçi’nin ihtiyaçlarını giderip başka bir sınırdan geç. Unutma, bir daha başkalarının ihtiyacını giderirken kendinden ödün verme… Görüşmek üzere. Işıkla kal…” Peri’nin yüzündeki tebessüm Solyaris için en anlamlı şeydi… Gür ses diplerine kadar gelmişken, orayı terk etti.

6.Bölüm’ün Sonu
Yunus Emre Işık

7. Bölüm bir sonraki hafta sizinle olacak, yorumlarınızı bekliyoruz…

Arayış – Bölüm 1
Arayış – Bölüm 2
Arayış – Bölüm 3
Arayış – Bölüm 4
Arayış – Bölüm 5

Facebook Yorumları