Bölüm SF: İstenmeyen anılar bankası!

Bir alışveriş merkezinin orta yerindeydi. Çevresinden başlayarak salkım saçak olan kalabalığa bakarken etrafında bir tur döndü. Ardından kafasını yukarı kaldırdı. Kattan kata çıkarıp indiren hareketli merdivenler, sarmal bir biçimde etrafı dönüyordu. İnsanların giysilerinden, alışveriş merkezinin dekorlarına kadar fazlasıyla gri renkler hakimdi. Bir önceki renk zenginliğinden sonra böylesi tek düze renkler içinin sıkılmasına neden olmuştu. Herkesin gözü vitrinlerdeydi. Onun gözü ise herkesin üzerinde. Çıkış yolu aradı, bulması zor olsa da oradan çıktı; epey dönüp durması gerekmişti.

Dışarısı kasvetli ve karanlıktı. Gri renkler, yanına mavinin tonlarını da katarak şehri esir almıştı. Siyah giyinenler karanlığa kamufle olmuş biçimde yol alırken, bazıları oldukları yerde heykel gibi durmuştu. Heykel gibi duran ve gözbebekleri beyaz olan bu bazı insanların etrafında devriye bir makine geziniyordu. Makine, söz konusu insanın yanına biri yaklaşacak olursa derhal ona odaklanıyor, daha da yaklaşırsa ciyak ciyak ötmeye başlıyordu. Sarhoşluğundan dolayı yönünü zor ayırt eden bir kadın, makinenin bir tanesini ciyaklattığında dönüp sert bir küfür savurdu. Makine onu fotoğraflarken sol elinin orta parmağını havaya kaldırarak poz verdi. Aynı anda, sarhoş kadının yaklaştığı heykel kadının gözü beyaz olmaktan çıktı ve bedeni hareketlendi. Makine derhal cebine girerken Kadın, yalpalaya yalpalaya giden kadına, “Ucube!” diye kızdı.

Solyaris, hikâyesi gelip onu bulmadan biraz dolanma fırsatı yakalamıştı ve o süre zarfında şu heykel insanların sadece sokak ortalarında değil, köşelerde, araba içlerinde, kapı önlerinde olabildiğini gördü. Bazılarının etrafında makine falan devriye gezmiyordu ancak hepsinin ortak bir noktası vardı: Kollarındaki saat. Saat sürekli çalışır haldeydi, işlem üzerinde gibiydi. Derken, Solyaris’in koluna hızla biri çarpıp geçti.

“Özür dilerim adamım!” diye dönüp kafasıyla selam verdi çarpan adam, uzun boylu, temiz yüzlü, sarışın biriydi. Hiç durmadan hızlı şekilde yürümeyi sürdürüp uzaklaştı.

“Beni de bekle.” diye yalnızca kendisinin duyabileceği bir sesle peşine takıldı Solyaris.

Bir süre sonra Adam’ın temposuna ayak uydurabilmişti. Tempoyu uydurunca, dibine gelip görmesini sağladı,

“Özür diledim sizden ama sanırım duymadınız.” dedi Adam huzursuzlanıp, “Belalı mısınızdır?”

“Belalı falan değilim.” dedi Solyaris, “Arayıştayım diyelim.” Bir yandan da Adam’ın ani yön değişikliklerine ayak uyduruyordu, her an karşılarına donuk bir insan çıkabiliyordu ve her birinin en azından üç dört metre uzaklarında yürümeye çalışıyorlardı. “Senin acelen nedir?”

“Aslında fazla sakin adamımdır. Etliye sütlüye karışmam ama şu sıra bir şey oldu. O şeyin olduğu yere gidiyorum.”

“Yürüyerek mi? Burada şekli şemalı belirsiz onlarca taşıt var?” diye sordu Solyaris, dost canlısı davranıyordu.

“Henüz birkaç hafta önce Entor-saat alabildim. Neredeyse şimdiye dek biriktirdiğim tüm paraya mal oldu.” dedi Adam, “Bir süre yürüyerek yolculuk yapsam iyi olacak. Zaten aradığım şey taşıt içindeyken görülmesi zor.”

“Nedir o aradığın?”

“Pankartlı bir kadın. QR kodu vardı pankartında sanırsam, başka bir şey gelmiyor aklıma.”

“Hadi bunu açalım.” diye muzip bir ifade takındı Solyaris, “Entor-saat dediğin şey, şu donuk duranların kolundaki şeyden sanırsam. Aradığın şeyle de bir alakası olmalı.”

“Leo ben.” dedi Adam aniden durup elini uzatarak. Solyaris de durup tokalaştı, ismini söyledi. “Bakılacak son yere yeniden geldik. Bir bakayım, ayrıntıları sonra paylaşacağım seninle. Şimdi izninle.”

Solyaris nedense Leo denen adamda epey hafif bir mekaniklik algılamıştı; çok ince bir algıydı bu, herkesin harcı olmayan türden… Leo, etrafa pür dikkat kesilip aranırken onu izledi. Hatta rahatsızlık vermemek için aralarındaki mesafenin açılmasına ses etmedi,

“Giysiniz farklı ve hoş görünüyor.” dedi yaşlı bir adam yanından geçerken, “Hangi mağazadan aldınız acaba?”

“Herhangi bir mağazadan almadım.” dedi Solyaris omuz silkip.

“Özel dikim o zaman.” diye duraksadı Yaşlı Adam.

“Sanırım.” dedi Solyaris, muhabbetten sıkılmıştı, gözü Leo’yu aradı, Leo baş hareketiyle oturduğu bir banka onu çağırıyordu.

“Nano dikim mi yoksa?” diye meraklandı Yaşlı Adam.

“İzninizle.” diyerek Yaşlı Adam’ın yanından ayrıldı Solyaris. Yaşlı Adam arkasından birtakım şeyler söylendi ama ne dinledi ne de anlayabildi. Leo’nun yanına geldiğinde, Leo’nun düşünceli olduğunu gördü. Oturdukları bank dijitaldi, hatta ötesi; koltuk reklamı esnasında yumuşuyor, çatışma haberi verirken sertleşerek rahatsız edici bir kıvam alıyordu. “Bir şey bulamadın sanırım.”

“Dokuz günüm vardı.” dedi Leo, “Bugün de bitmek üzere, dört kalacak.”

“Ne için?”

“Kim olduğunu bilmiyorum ama sana güveneceğim.” dedi Leo, “Umarım başıma bela almış olmam.” Solyaris omuz silkti. “Zengin misin?”

“Sayılmam.” diye alay eder gibi güldü Solyaris.

“Entor-saat ve geri kalan pahalı şeylere karşı takipçi olmadığın kesin. Ya zenginler ya da zengin olma meraklıları takip ediyor böyle şeyleri zaten. Saatin nasıl çalıştığından, ne için çalıştığından haberin vardır ama belki?”

“Duymuştum.” dedi Solyaris bozmadan, “Yine de sen daha iyi biliyorsun sanırım, senden dinlemek isterim.”

“Saati kullanmak istediğinde kaç dakika sürmesini istiyorsan belirtiyor ve işleme geçmesini söylüyorsun. Saatin sinirleri senin sinirlerinle temas kurup, işlemi devreye alıyor. Entorhinal korteks’e, hipomampüs’e ve geri kalan nöronal katmanlara ulaşıyor. Sonra…” Aklı karışmış gibi oldu, “Sonra donuyorsun işte, kullanım kılavuzunda okumuştum ama en iyisi bir sinirbilimciye sormak. Saat istemediğin anıyı yok ediyor, ışınlanmak gibi bir şey.”

“Anlayamadım.” diye sıkıldı Solyaris, “Daha kabaca anlatsana şu işi.”

“Reklamlara da tam dikkat etmemişsin.” diye şaşırdı Leo, “Oysa büyük sükse yapmıştı. Her neyse. Diyelim ki bir iş görüşmesi için işyerine gitmişsin, hastanedesin ya da bir süre beklemeni gerektirecek herhangi bir yerde. Farzı misal biliyorsun ki yarım saat beklemen şart ama bu yarım saati istemiyorsun, en azından hafıza kayıtlarında. Saati devreye sokuyorsun ve donup kalıyorsun. Gözün görmeye devam ediyor ancak sen işlem tamamlanıp tekrar kendine geldiğinde yarım saat hiç geçmemiş gibi oluyor. Bir anda zaman yarım saat atlıyor sanki. Kötü anlattım biliyorum.”

“Yok hayır, anladım.” dedi Solyaris, “Kendini kandırmanın fazla profesyonel bir versiyonu. Ne kadar süre kendini kandırabiliyorsun peki?”

Leo, Solyaris’in bu şekilde ifade edişine ve bu şekilde soruşuna karşın şaşırmış gibiydi, hafiften rahatsız olmuştu, “Şu an sadece bir gün. Aynı işlemi yapman içinse üç gün kadar beklemek durumundasın. Bir gün içinde kısa sürelerde bunu yapmanın sinir sistemine zararı olduğu söyleniyor. İlerleyen safhalarda versiyon giderek yükselecekmiş. Gelelim benim meseleme, ben beş gün önce, taşıt yolculuğu esnasında saati kullandım. Eve gitmeme henüz bir saat vardı ve fazlasıyla sıkılmıştım.”

“Taşıt yolculuğunda mı?” diye araya girdi Solyaris, “Makinen diğerlerine ciyaklamıyor mu?”

“Benim bir makinem yok. O da ayrı bir ürün. Makinelerin fiyatları saatlerden birkaç kat daha fazla. Çok fonksiyonlu şeyler. Para biriktirebilirsem ondan da alacağım.”

“Ne cesaret!” diye şaşırdı Solyaris, “Toplu taşıtta kendini bir saat dondurmaya cesaret edebildin mi yani?”

“Saatler piyasaya çıkmadan evvel, yasalarda düzenleme yapıldı.” dedi Leo emin bir ifadeyle, “Entor-saat kullanan birinin mahrem alanına girdiğin an yiyorsun hapis cezasını. Eğer dokunmaya falan kalkarsan direkt müebbet.”

“Sert yasalarmış ha?” diye ürperdi Solyaris.

“Öyleler.” dedi Leo, “Devam edeyim. Eve gittim ve saatine posta kutuma mail düştü -Eski usul kompüter kullanıyorum henüz- Mailde dokuz gün sonrasının tarihi vardı, belirli bir saatte belirli bir yerde olmam gerektiği yazıyordu. Mail, yolculuk esnasında bakışlarımı onun gözlerinden ayırmadığım ve kendilerine katılmaya onay verdiğim için teşekkür ederek son buluyordu.”

“Nasıl?” diye bocaladı Solyaris.

“Ben de aynen böyle oldum. Nasıl yani? Donuk olduğum esnada birinin gözlerinin içine bakmayı sürdürüp, herhangi bir şeye katılmak için onay mı vermiştim, ne demek oluyordu bu?”

“Ne düşünüyorsun peki?” diye meraklandı Solyaris. 

“Özellikle gençler bazen çıplak oldukları görüntüleri QR Kot haline getirip yanlarında gezdirir. Herhangi biri kodu herhangi bir yöntemle okutunca görüntülere erişir. Tabii utanırlar da bunu yaparken, saniyelik olarak kotları gösterirler, bazen de vazgeçerler. Bende direkt gözüme bağladığım bir QR Kot tarayıcısı var, gösterilen tüm kotları hızlı biçimde algılayıp işliyor. Bir çantada, bir kitap arasında, bir avuçta açığa çıkan o kotların hepsini hemen okutabiliyorum.”

“Çıplak derken?” diye sordu Solyaris.

“Çıplak işte, üzerinde herhangi bir giysi yokken.” Solyaris o sıra kendini hiç çıplak olarak görmeye kalkmadığını ve diğerlerini de böyle görmeyi önemsemediğini fark ederken Leo devam etti, “Hayret, sapık mısın diye sormadın.”

“Sormam mı gerekiyordu?” diye huzursuzlandı Solyaris, derken sapıklığın ne demek olduğuna vakıf oluverdi.

“Gerekmiyordu tabii. Sorsaydın da bunun bir çeşit hastalık olduğunu söyleyecektim.”

“Geçmiş olsun.” dedi Solyaris.

“Bağlayayım artık.” dedi Leo, “İşte ben de donuk haldeyken bu kişinin bana üzerinde olumlu ya da olumsuz yanıt verilebilen, QR Kot taşıyan bir pankart açtığını düşünüyorum. Benim okuyucum da derhal devreye girip kodu kabul etti. Bu yine de bir sürü soru doğuruyor.”

“Beş gündür bir şey bulamadın mı yani?”

“Bazı şeyler buldum. Bir şehir efsanesi var. Söylenilene göre bu saatler donuk anlarda kaydedilen anıları imha etmiyormuş, bir bankaya ihraç ediyormuş. Büyük bir bankaymış bu, istenmeyen anılar bankası. Ben de oraya gidecektim bugün.”

“Nereye? Bankaya mı?” dedi Solyaris. Leo’nun giderek samimi hale gelmesi işine geliyordu. 

“Banka ortalıkta yok. Bilge bir kadın varmış, efsanenin kaynağı o diyorlar, ona gidecektim.”

“Hadi gidelim.” dedi Solyaris.

“Sahi mi?” diye keyiflendi Leo, “Ben de yalnız gideceğim için tedirgindim. Yapar mısın bunu benim için?”

“İşim bu.” dedi Solyaris, “Yaparım tabii.”

Solyaris ve Leo, donuk şehrin donuk insanları arasından yürüyerek, kâh kalabalık kâh ıpıssız köşelere girip çıktı. Göz alıcı bir düzeni vardı buraların, aynı zamanda elem verici bir havası. Solyaris insanları izlerken alışveriş merkezinde niçin hiçbir saat kullanıcısına rastlamadığını düşündü. Orada geçirdikleri zamanı değerli, bekleyerek geçirdikleri zamanı ise değersiz yapan neydi? Göz gördükçe, kulak duydukça, burun soludukça, ağız tattıkça, ten değdikçe; bunların hepsini aynı anda gerçekleştirmesi ya da birini gerçekleştirmesi fark etmeksizin, her an her yerde önemli bir şey gelebilirdi insanın başına… Neyse ki yanında yürüdüğü adam değersiz bir süre olduğunu sandığı o sürenin içinde ne olduğunun peşindeydi; vakit artık değerliydi…  Leo’nun aradığı bankayı bulmasına yardım ederse ve geçirdikleri bu süreci diğer saat kullanıcılarıyla paylaşıp onları bilinçlendirirse bir kahraman olabilirdi. 

Bilge Kadın’ın bulunduğu harabe malikaneye geldiklerinde, malikane girişinde yolları kesildi. Neden geldikleri sorulduğunda Leo açıkladı. Malikaneye girenlerin artık malikanenin bir üyesi olduğunu ve bu yüzden yüzlerine belirleyici bir desen çizileceği söylendiğinde Leo hemen kabul etti. Solyaris bunu istemedi ki zaten sakalları da buna engeldi. Başta mırın kırın edip sonrasında Solyaris’in de içeri girebileceğini söylediler. Dar ve basık hollerden geçip, diğerlerine nazaran daha geniş bir açıklığa geldiklerinde, yanlarında rehber olarak gelen kişi merdivenleri gösterip Bilge Kadın’ın üst katta olduğunu söyledi. Teşekkür edip merdivenlerden çıktılar. Malikane her an tepelerine yıkılabilirmiş gibi duruyordu. Leo biraz ürkmüştü.

Leo’nun endişeleri ve korkuları Bilge Kadın’la konuştuklarında rafa kalktı. Bilge Kadın epey hararetle, bankanın gerçek olduğunu bildiğini, bankayı bulabileceklerini söylüyordu. Hatta bazen tekrara düşüyordu ve Leo bunu hiç önemsemiyordu. Üst kattaki konuşma bittikten sonra, merdivenlerden birlikte inerken de sürdürdüler,

“Doğru yoldasınız çocuklar. Buna emin olun. Orayı bulacaksınız.” diye yineledi Bilge Kadın.

Solyaris farklı bir şeyler konuşmak istedi, “Peki, kim çalışıyor orada madam?” diye sordu, “Yani beklenmedik bir durumla karşılaşma riskimiz var mı?”

Durdular. Merdivenler de bitmişti zaten. Bilge Kadın ciddiyetle cevapladı, “İstenmeyen anıların bankasında, beklenmedik durumlarla karşılaşmak, fazla normal bir durum olmaz mıydı?”

“O anıya ihtiyacım var.” dedi Leo, “ve eğer saatler, imha yerine ihraç ediyorsa, o bankayı, ölümüm pahasına bulacağım.” Leo’nun duraksayarak konuşması Solyaris’in hafif tuhafına gitmişti. “Bankanın bir şehir efsanesi olmadığına dair, netleşen görüşlerim var.”

Bilge Kadın ciddi bakışlarını sürdürdü ve bir anda mekanik bir hareketle Solyaris’e döndü. Solyaris bunu daha bir garipsedi ancak belli etmemeye çalıştı. En azından burada gerçekten de şansı var gibiydi; ufak pürüzleri görmezden gelebilirdi. Bilge Kadın ona kilitlenmişti, birden garip bir enerji akımıyla sarsılmaya başladı ve evrenden istem dışı çıkıverdi!

7.Bölüm’ün Sonu
Yunus Emre Işık

8. Bölüm bir sonraki hafta sizinle olacak, yorumlarınızı bekliyoruz…

Arayış – Bölüm 1
Arayış – Bölüm 2
Arayış – Bölüm 3
Arayış – Bölüm 4
Arayış – Bölüm 5
Arayış – Bölüm 6

Facebook Yorumları